Paris ve Londra'da Beş Parasız

Kitaba Ufak Bir Bakış.

Kitaptaki parasızlığı ve yoksulluğu okudukça daralıyor ve umutsuzluğa kapılıyorsunuz. Ana karakterimiz George ve arkadaşı Boris’in çaresizlik içindeki mücadelesini ve yaşadıkları ekonomik sıkıntıları o kadar gerçekçi bir şekilde anlatıyor ki yazar, okuyucuya bu zorlu hayatın içinde bir yer edindiriyor.

Burjuvazinin egemenliği altında ezilen işçi sınıfının durumu ve bilinçsiz kitlelere yönelik Orwell'ın çıkardığı sert eleştirisi, Fransa'da geçen ve otel mutfaklarında çalışmak zorunda kalmış işçilerin yaşadığı zorluklarla detaylı bir şekilde okuyucuya gösterir. Orwell, bu duruma karşı işçilerin birleşip sendika kurarak haklarını savunmaları gerektiğini savunur ancak aynı zamanda işçilerin yorgunluğunun bu mücadeleye engel olduğunu da belirtir. Ne yazık ki işçi sınıfı kısır bir döngü içerisindedir.

Kitap, beklentilerin distopyası temasını işliyor. Anlatıcının hayalleri ve beklentileri, gerçekliğin acımasızlığı karşısında sarsılır ve bu biz okuyuculara toplumdaki adaletsizlikleri düşündürür. Paris'ten Londra'ya geçiş, anlatıcının beklentilerinin hayal kırıklığına dönüştüğü o süreçtir.

Orwell, "Paris ve Londra'da Beş Parasız"da modern toplumun çürük yönlerine odaklanarak kapitalizmin, politikanın ve ideolojilerin insanları nasıl köleleştirdiğini eleştiriyor. Kapitalist sistemin, yoksulluk ve sınıf ayrımına nasıl katkıda bulunduğunu ve bu sistemde zengin ile fakir arasındaki uçurumun giderek büyümesi, toplumdaki ekonomik adaletsizlikleri, işçi sınıfının sömürülmesi, düşük ücretler ve kötü çalışma koşulları, kapitalist sistemin eleştirildiği ana konulardan bazıları. Politikanın ve politikacıların, toplumsal sorunlara gerçek çözümler üretmek yerine kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini de vurguluyor yazar. Politikanın, toplumun en alt tabakalarındaki insanları göz ardı ettiğini ve onları çözümsüz sorunlarla baş başa bıraktığını, toplumun alt tabakasındaki bireylerin ideolojiler tarafından manipüle edildiğini ve gerçek sorunların örtbas edildiğini belirtiyor. 

Orwell, yoksulluğun ve ötekileştirmenin nasıl birbirini beslediğini ve modern toplumda nasıl derinleştiğini ve yoksul kesimin sadece maddi olarak değil, aynı zamanda toplumsal olarak da nasıl dışlandığını ve bu durumun sistematik bir şekilde sürdüğünü gösterir bize. Sistem, bireyleri kendi çıkarları doğrultusunda sömürerek toplumun belli kesimlerini sürekli olarak köleleştirmeye devam eder.

Bu kadar olumsuzluğun yanında birde Bozo var. Kitaptaki diğer karakterlerden farklı bir bakış açısına sahip Bozo. Karakterlerin çoğu, zorlu yaşam koşulları altında mücadele ederken umutsuzluk içinde kayboluyor ancak o, yaşamın sade ve küçük zevklerinden keyif alan, yaşamın güzelliklerini keşfetmeye çalışan bir tür içsel zenginliğe sahip bir karakter.

Orwell, Bozo aracılığıyla biz okuyucuya hayata dair olumlu bir bakış açısı getiriyor aslında. Okuyucuya yaşamın sade güzelliklerini fark etmenin önemini hatırlatıyor. Bu karakter, sadece maddi zenginlikle ölçülmeyen bir anlam ve anlam arayışının temsilcisi. Bozo hayata olumlu bir perspektif sunarak kitaptaki diğer karanlık temalar arasında bir ışık kaynağı olarak önümüze çıkıyor.