Çalıntı Vespa

Arkama bile bakmadan terk ettim orayı. Biraz da olsa yeniden özgür hissettim...


Bir an, buluşacağımız yerin doğruluğunu sorgularken köşeden döndü. İyi bari dakik diye düşündüm selamlaştık, sonra Kadıköy’de aralarda kalmış bir kafeye girdik. Mekânı onun seçmesine izin vermiştim. Tanışmak için fazla samimi bir yer gibi gelse de içini ısıtan, sessiz, kendi halinde bir kafeydi. Her yerde bir raf vardı ayrıca küçük şirin koleksiyon oyuncaklar ve mumlar ile kaplıydı. Onun tabiriyle buranın en güzel duvarına bakacak şekilde oturttu beni. İşte tam o sıra gördüm ikinci raftaki o oyuncağı. Kısa bir süreliğine nefes alamadım. O kendince bir şeyler anlatırken ben gözümü oyuncaktan alamayıp anıların beni sarmasına izin verdim.

 

***

-Bi çılgınlık yapalım mı?

-Sana nasıl hayır diyebilirim ki?

 

O beni harekete geçiren parçam gibiydi. İskeletime çivilenmiş, o ne derse yapıyordum. Benim daha eğlenceli halimdi.

 

Koşa koşa kruvasanı ve kahvesini almış geri dönen bir adamın gözlerinin içine baka baka Vespa’sına atladı. Vahşiydi, kaplan gibi. Kimse istediğini almasına engel olamazdı.

 

-Hadi atla! Çabuk!

 

Arkasına atlamakla yetinmedim, adamın kahvesine bilerek çarptım, yeni ütülenmiş beyaz gömleği artık imzamı taşıyordu.

 

-Benden de kötüsün, diye bağırdı bir yandan gülüp bir yandan hızlı hızlı adamdan kaçmaya çalışıyordu.

-Senin kadar olamam mösyöö.

 

Ellerimi çekip kendi beline doladı. Daha yeni tanıdığım bu vücuda yabancılık çekmiyordum. Sanki yıllardır tanıyormuşum gibi. Ya da yıllardır onu arıyormuşum gibi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes çektim, ilk defa kokluyormuşçasına. Kırışık deri ceketi sigara ve dünden kalma kokuyordu. Fazlasıyla biz gibi.

 

-Uyudun mu yoksaa?

-Hayırr, anı ölümsüzleştiriyoruum.

-Başarılı oluyor muyum peki?

-Daha hızlı sürersen belki.

-Hay hay.

 

Hızlandıkça içimdeki bağırma isteğime karşı koyamadım

 

-Fanculo il mondooo

-Anche mee


Rüzgar ılıktı, İtalya'ya geldiğimden beri hava en güzel havaydı. Kollarımı onun bedeninden ayırıp, iki yana doğru açtım. Ellerim yüzüyor gibiydi, ben de öyle. Ruhum vücudumdan çıkıp geri yerine geliyor gibi dalgalanıyordu. Daha önce hiç bu kadar özgür hissetmemiştim, hissettirilmemiştim.

 

En yakın sahilde durdu. Biraz yalın ayak yürüdük, biraz yüzdük, biraz onu kovaladım, biraz beni kumlu da olsa öptü. Özgürlüğün tadı böyleymiş demek, diye düşündüm. Tek kelime etmedik. Kelimeler bizi kısıtlıyor, sana yüz şekilde hissettirebileceğim şeyi neden iki kelimede anlatmaya çalışayım ki, derdi.

 

Akşam karardıktan sonra Vespa’yı aldığımız yere geri bıraktık gizlice. Beni yeni açılan restorana götürdü söz verdiği gibi. Bizim oturacağımız masanın önceden mumlarla süslenmesini rica etmiş, benim için...

***


-Ee sen anlat biraz.

Cümlesiyle aniden gerçekliğe, günümüze döndüm. Beynimdeki anı perdesi kalktı. Ortamdaki mumların titreşimini tekrar hissettim. Gözümü rafta duran mini Vespa oyuncağından alamadım.

-Neyi?

-Kendini, neleri seversin? Hakkında kısmından daha fazlasısın o anlaşılıyor. En sevdiğin renk ne? Evcil hayvanın var mı mesela? Benim kedim var, adı Leyla.

-Vespa severim, o kadar kısık söylemiştim ki kendim zor duymuştum.

-Anlamadım?

-Vespa severim ben.

Bu seferde bağırarak söylemiştim. Biraz daha katlanamayacaktım. Bu kasıntı tanışmalara son vermem gerektiğini bir kez daha hatırladım. Çantamı aldım tam gidiyordum ki, geriye döndüm ve raftaki Vespa oyuncağını aldım. Arkama bile bakmadan terk ettim orayı. Biraz da olsa yeniden özgür hissettim. Hiç bırakmayacak gibi sımsıkı tuttum oyuncağı, tıpkı anılarıma tutunduğum gibi.