Civitas: Özgür Birey Olarak Vatandaşlık Kavramı
Vatandaşlık kavramı üzerine uzun bir yolculuğa çıkmaya ne dersiniz?
Citizen olarak günümüze ulaşan civitas ve citoyen bugün, kanunla idare edilen tebaa olmanın ötesinde kim olduğumuza dair cevabı sürekli ertelenen soruları da beraberinde getirmektedir.
Birey ile devlet arasındaki hukuki ve siyasi bağ olarak tanımlanan vatandaşlık kavramı, zamana ve mekâna olduğu kadar çeşitli unsurlara bağlı olarak da farklı şekillerde ele alınabilir. Özellikle kavrama getirilen tanımlamalar ontolojik düzeyde toplumsal aitliği ve bağlanmayı işaret eden bütünlükçü bir perspektif sunmaktadır. Vatandaşlık kavramı, topumsallık ve devlet ilişkisi düzeyinde ele alındığında iki ana hattın geliştiğini söylemek mümkündür. Antik Yunan ve Antik Roma'da ele alınan vatandaşlık veya yurttaşlık olarak da incelenebilecek kavram ikilisi hem modernleşme tarihinde hem de hukuk-siyaset ilişkisinde oldukça önemli konumda yer almaktadır. Antik Yunan'da şehir devletlerine olan tabiyet ilişkisini belirten citoyen ile Antik Roma'da topluluğun üyesi olma durumuna karşılık gelen civitas sözcükleri Fransız Devrimi ile beraber citizen kavramına evrilebilmiştir. Söz konusu bu yazıda ele almaya çalıştığım kavram ise Antik Roma'daki civitas kavramının hukuki boyutu olacaktır.
Anayasal düzlemde vatandaşlık, bir devletin üyesi olmayı tanımlarken, belirli bir toplumsal aitliği ve toplumsal bağı görünür kılar. Anayasalar düzleminde devletin temel yapı, örgütleniş ve işleyiş bağlamındaki düzenleyici kurallar bütünü olmakla beraber ekonomik ve toplumsal alanda siyasal iktidara yön veren temel ilkeleri, bireylere vatandaş olma gereğince sağlanan temel hak ve özgürlüklerin de sınırları belirlenir ve söz konusu temel hak ve özgürlüklerin güvencesi sağlanır. Bu çerçevede anayasanın gücü devletin yasal kaynağı olmasından kaynaklanmaktadır. Anayasa, devletin yasal kaynağı olmasının da ötesinde çifte bir bağlama işaret ederek devleti hukuka bağlar ve iktidar işleyişini düzene koyar, keyfi hareketleri önler, vatandaşların haklarını koruma altına alır.
Devletin varlığı, egemenliğindeki insanlar ile bir niteliğe kavuşur. Ögesi olmadan kurucu ve devamlılığını sağlayan bir bağlama oturmaz. Devletin insan ögesine yüklediği anlam, bir topluluk ya da toplum tahayyülünü geçerli kılmaktadır. Ancak topluluk olma durumu, insanların toplu bir düzlemde tanımlanmasının ötesinde özgül biçimde devlet-birey arasında tanımlanmasını gerektirmektedir. Bir devletin birey ile arasındaki tanıma-tanınma ilişkisinin hukuki formunu uyrukluk bağı oluşturmaktadır. Uyrukluk ise belirli bir devletle kişi arasındaki karşılıklı hak, görev ve sorumluluk ilişkilerini belirleyen hukuksal bağ olarak tanımlanmasıdır. Neticede vatandaşlığın hukuksal statüsü söz konusu bu bağın hukuki zemine bağlanmasıdır.
Kavramsal olarak vatandaş-yurttaş ile uyruk-tabiiyet ikiliği arasında temel farklar mevcuttur. Kavramsal düzlemdeki bu farklılıklar devlet ile birey arasındaki hukuksal bağlılığın kapsamına ve değişen anlam içeriğine göre belirlenmiştir. Vatandaş, devlete bağlı kişiler arasında ayırım gözetmemeyi gerektiren demokratik bir anlayışa uygunken; uyrukluk, devletin egemenliği altındaki insan ögesinin devlete olan tabiiyeti çerçevesinde ele alınmaktadır.
Fransız Devrimi ile modern bağlamda ele alınan ve hukuka özne olan vatandaşlık kavramı, eşitlik ilkesine dayalı demokratik, ulusçu ve devletçi çerçevede gelişmiştir. Fransız ulusunu yaratan vatandaşlık, toplumsal bir dinamiğe karşılık gelen tabana yayılan bir çözülmenin karşılığı olarak modern devletin kurucu unsurlarından birisi olarak hukukta yer bulmuştur. Feodal biçimde yapılanmış bir devletin ve toplumun çözülmesi ile modern bağlamda bir ulus-devletin ortaya çıkması, bireyin devlet düzleminde hak sahibi bir özne olarak tanınmasını getirmiştir. Hipotetik olarak gerçekleşen tanınma, vatandaşlığın sınırlarını çizerken, devletin kendi vatandaşına ait hak ve sorumlulukla donatılmış çifte bağlamını da yaratmıştır.
Uluslaşma sürecinde modern bir kavram olarak ele alınan vatandaşlık, devletin tanımlanmasında ve öznesinin belirlenmesinde temel bir saik görevi görmektedir. Hükmettiği toplum ya da kontrolü altında tuttuğu coğrafya üzerinde mutlak bir egemenliğe sahip olan ve egemenliği altında bulunan insanların (vatandaşların), temel hak ve özgürlüklerini korumaya yükümlü olduğuna inanılan kurum olarak devlet, özne olarak bir vatandaş tanımlamasına ihtiyaç duymaktadır. Vatandaş, bir kimlik olarak devlet temelinde hak sahibidir, aynı zamanda egemene tabiidir ve bu tabiiyet onun sorumluluklarını belirlemektedir. Vatandaşın temel haklarını, buna karşılık ödev ve sorumluluklarını belirleyen temel metinler ise anayasalardır.
Türk modernleşmesinin de dahil edilebileceği modernleşme süreçleri ve aşamaları, Kıta Avrupa düzlemindeki kaynaklardan referans almıştır. Söz konusu bu referansların önemli kaynaklarından birisi ise Roma Hukuku olmuştur. Roma Hukuku, 11. yüzyıldan itibaren Avrupa kültürünün ve Batı’nın medeniyetinin ulaştığı düzeyin belirleyici koşulu olmuştur. Roma Hukuku'nun gelişme süreci Medeni Hukuk ile gerçekleşmiş ve bugün birçok ülkede uygulanmakta olan modern hukukun kaynaklarını oluşturmuştur. Bu çerçevede özel ve kamu hukuku olarak iki alan beraber uygulanmış; özel hukuk bireyler arası ilişkileri ele alırken, kamu hukuku kamu kuruluşlarını ve bireylerin kamu kuruluşları ile olan ilişkileri konu edinip uygulanması ile sınırlandırılmıştır.
Roma Hukuku’nun kaynakları ele alındığında, Corpus İuris Civilis, Orta Çağ itibari ile kullanılan “bütün hukukun bir araya toplanması” olarak yaygın bir kullanıma sahiptir. İus civile teriminin imlemekte olduğu anlam ise mülkiyet, kira, ariyet, miras gibi konuların kişiler arasındaki düzenlenmeyi aşarak anayasa hukukunu, idare hukukunu, ceza hukukunu, kilise hukukunu ve nihayetinde kamu hukukunu kapsamaktadır. Sınırları mutlak çerçevede çizilen bir yurttaş/vatandaş/civile mevcut olmasa da ius civile kişiler arasındaki özel hukuka ait olan meselelerin yalnızca özel hukuk alanına ait olmadığı, anayasanın da konusu olduğu hatta bunları aşıp genel bir kamu düzenini imleyecek şekilde yaygın kullanıma ait olduğunu görmekteyiz. En eski Roma devlet yapılanmasında uygulanmakta olan ius civile, yalnızca hukuk kurallarının Roma vatandaşlarını kapsamasından ötürü “Roma vatandaşının hukuku” olarak literatürde yer almaktadır. Roma hukuku çerçevesinde yalnızca Roma vatandaşı olarak tanımlananlar için hukuk kurallarının varlığından söz edilirken, vatandaşların sınıfsal aidiyetleri üzerine de katı hükümler mevcuttur. Örneğin bir Pleb, Patrici ile evlenememekle beraber cives’lere uygulanan hukuktan daha aşağı bir hukuka tabiidir.
Ticari ilişkiler gelişmeye devam ettikçe, yabancılar ile ilgili hukuk kurallarına ve anlaşmaların düzenlenmesine yönelik hukuki arayışlar meydana gelmiştir. Ortaya çıkan yabancılar hukuku tam olarak uluslararası hukuk olmaktan çok ius civile’den farklı bir bağlama sahiptir. Yabancılar hukukunun bir bağlamı olan ius gentium, ius civile’e dahil olarak onun modernleşmesini sağlamıştır. Bu halde vatandaşa ait olan hukuk kuralları genişlemiş, daha fazla insan ve daha fazla topluluk “vatandaş” olarak Roma uyruğu olmaya başlamıştır. Septimius Severus Antoninus, kısa süren hükümranlık süresi içerisinde uygun olan insanların, özellikle de Roma’da doğan kadın ve erkeklerin Roma yurttaşı olmalarını içeren bir emirname ilan ederek ius civile’in genel bir çerçevede vatandaş olma sınırlarını tanımlayan bir ana metin olmasını sağlamıştır. Ancak yine de vatandaşlığın sınırlarının genişletilmesine rağmen sınıflı olan toplum yapısına yönelik bir değişim gerçekleşmemiştir. Aksine, yasal olarak sınıflar tanımlanmış, sınıfların da hak ehliyetleri vatandaşlık statülerine göre açıklanmıştır. Sınıfların hak ehliyetlerine sahiplik durumları yine sınıfsal bir ayırıma tabii tutulmakta ve etken-aktif bir yurttaş olabilmek için üç statünün de varlığı aranmaktadır. Status libertus (özgürlük durumu), status familiae (aile durumu) ve status civitatis (yurttaşlık durumu) statülerinin varlığı, bir insanın etken bir yurttaş olarak devleti tarafından tanınmasının kazanılmasının gerekli koşullarını oluşturmaktadır.
Vatandaşlık kavramında Roma hukukuna yönelik kaynak tespiti ve gelişim aşamalarının ele alınması önemlidir çünkü siyasi olarak ilk tabiiyet hakları Roma hukukunda ayrıntılı ve net bir şekilde açıklanmıştır. Bugün kullanılan anlamda modern ulus-devletin bir ögesi olan vatandaşlık kavramı, devletle birey arasında yasal düzeni oluşturan ve bu yasal düzenlemeden meşruiyetini alan bir kimlik olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak devlet ile bireyler arasındaki en temel varoluş statükosunu ortaya koyan vatandaşlık kavramı, hukuki bir kavram olmanın oldukça ötesindedir. Prosedürel, şeklî ve tarihsel olarak da farklı aşamalardan geçmiş olan kavram, demokrasi ve devlet kavramları kadar köklü ve dinamik bir doğaya sahiptir. Kavramın dinamikliğini hukuki, kamusal veya anayasal bir suje olmasının ötesinde ontolojik bir biçimde devamlılık içinde yaşayan insanların yüklediği, düşündüğü ve değiştirdiği anlamlar kazandırmaktadır. Dolayısıyla bir toplum içinde -toplum olarak varsayılan bir aradalık durumu da oldukça tartışmalı bir konudur- vatandaşlık bağı ile bir arada yaşan her bir bireyin, kendine muktedir ve aynı zamanda başkaları üzerinde sonsuz bir sorumluluk bağı ile bağlandığını göz ardı etmemek gereklidir. Sonsuz sorumluluk idealizmi, ayasal veya hukuki bir zorunluluk olmaktan öte varoluşsal bir yükümlülük ve bir haktır. Citizen olarak günümüze ulaşan civitas ve citoyen bugün, kanunla idare edilen tebaa olmanın ötesinde kim olduğumuza dair cevabı sürekli ertelenen soruları da beraberinde getirmektedir.