Deniz'in Mekanı
Onca şeyi severken, kendimi hiç sevmemiş gibiyim. Kendimde, kendime yer bulamamışım.
Kulağına sürekli fısıldayan bir rüzgar, dalgaların oynaşma sesleri ve bitmek bilmeyen o melodi...
-Temmuz, diye adını duyunca; Temmuz güneşiyle ışıldayan, beline kadar olan saçlarını savurarak sesin geldiği yöne doğru baktı. Güneş, sanki ışığının vücut bulması için Temmuz'u seçmiş gibiydi. Adı gibiydi, ışıl ışıl, sıcacık.
Kendine seslenen Deniz'e doğru dönüp:
-Efendim, Deniz. Bana mı seslendin, diye cevap verdi. Deniz, barı açacaklarını ve yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi.
Temmuz, barın karşısında bulunan, kumsaldan topladığı deniz kabuklarını, üstüne giydiği belki de kendisine üç beden büyük hırkasının ceplerine doldurup bir çocuk misali üstünü başını silkeleyerek ayağa kalktı. Ayaklarını ve parmak arası terliklerini, her seferinde temizleyeceğine inanarak, alışkanlıkla suda yıkayarak bara doğru yürümeye başladı. Bu sırada içinden tekrar çamur olan ayaklarına söyleniyordu. Sanırım, buna hiçbir zaman alışamayacaktı.
Kumsalın hemen karşısında, verandasının yarısı kumların üzerinde duran, balıkçı ağlarının üzerinde deniz kabukları ile yerlere sarktığı, ahşap çatısına asılı renkli ışıkların olduğu, hem açık alanda ahşap masaların ve sandalyelerin hem de içeride kocaman bir kütüphanenin, çeşit çeşit müzil aletlerinin olduğu bir mekandı Deniz'in Mekanı. O kadar sıcaktı ki burası, sanki Temmuz için yapılmıştı. Kulağından gitmeyen o seslerin vücut bulmuş haliydi.
Ayrıca, bu barın bazı kuralları vardı. Onlar da sanki Temmuz içindi. Öncelikle içinde rahat edilemeyecek her türlü kıyafet yasaktı. Sadelik her şey demekti. Resmiyet yoktu. Fakat saygı ve samimiyet vardı. Samimiyetten ve saygıdan yoksun insanları bara kabul etmiyorlardı. Öyle bir yerdi burası. Herkes bir arada, herkes içten, herkes kendi. Hatta neredeyse hiçbir masa kullanılmıyordu. Bazen oyunlar oynanır, şarkılar söylenir, herkes ya ayakta olurdu ya da kumsalda. Bazen de birkaç masa birleştirilir ve herkes bir arada oturur, sohbet ederdi. Tabii ki, yalnız kalmak isteyenler de düşünülmüştü. Barın arka tarafına giden alanda bir nevi günah çıkarma odası vardı. Hatta, burada ücretsiz içkiler bile vardı. Fakat, öyle bir samimiyet vardı ki kimse ücretsiz diye hunharca davranmıyordu. "Bir günah, bir içki" felsefesi hakimdi. Odanın kapısına asılan bu tabela odanın kaderini belirlemişti. Herkes buna saygı duyar, odaya bir nevi mabet gibi bakardı. Her gün için kura ile seçilen üç kişi sıra ile bir rahip misali bu odadaki gizli bölmeye gider ve insanların içini boşaltması için bir fırsat olurdu. Yargılanmadan, yorulmadan, kendini anlatmaya çalışmadan... Sadece kendin olman için bir fırsat. Bu mekan, Temmuz için biçilmiş kaftandı. Daha önce hiç bu kadar ait hissetmemişti. Samimi, sıcak, huzurlu. Deniz'in Mekanı...