Doğa Ana'nın İntikamı

Bir gün gelir ve O bize verdiklerinin bedelini ister.

Her şey bir toz bulutuydu ile başlar hikaye. Büyük bir patlama ile zamanda yaşanacak ve milyarlarca yıl hayat bulacak o gezegen oluşur: Dünya. Sayısız tür üzerinden geçer, hayvanlar, bitkiler, canlılar... Kaç devir boyu dönmüş ve dönmeye devam etmiştir. Yerküresinde milyarlarca canlıya ev sahipliği yapmıştır. Bonkördür, karşılık istemeden nimetlerini sunar. O devir daimini böyle yapmaya devam ederken bir tür indi yeryüzüne. Diğer türlere göre fiziken daha zayıftı o ama aslında çok daha güçlü bir şeye sahipti diğer canlılardan: Akıl. Çok çabuk öğrendi her şeyi. Beslenmeyi, barınmayı, kendini diğer türlerden korumayı, senkronize olmayı, beraber yaşamayı ve en önemlisi adapte olmayı. Yaygın ırk haline gelmeyi başardı. Gitgide güçlendi. Günün sorununu bırakıp geleceğin sorununa odaklandı. Diğer türlerden farklıydı o, bir kere doyumsuzdu. Hep daha fazlasını isteyen, asla doymak bilmeyendi. Doğa'dan da fazlasını istedi; daha fazla yemek, daha iyi barınma, daha çok ve daha çok... Ama bilmediği bir şey vardı. Doğa Ana ona ne isterse veriyordu elbet fakat bunun da bir bedeli olacaktı.

İnsan, belki de bu dünyanın başına gelebilecek en kötü şey. Sadece doymamasıyla değil, yaşadığı yere saygısı olmayan aldığı nefesten attığı adıma kadar bu dünyaya zarar veren bir tür. Hayat içinde bulduğu her çözümle doğaya daha çok zarar verdi aslında. Barınmak istedi, ağacı kesti, yürümek istemedi havayı kirletti, hükmetmek istedi katletti. Ne yaparsa yapsın zararına devam etti ve sonra fark etti ki başka kirletecekleri dünya yok, gidebilecekleri, yaşamaya devam edebilecekleri bir yer yok ve sonra artık verdikleri zararları kurtarmaya çalıştı. Bir yandan zarar vermeye devam ederken bir yandan da düzeltmeye çalıştı. Fakat hesaba katmadıkları bir şey vardı. Doğa Ana'nın İntikamı.

Kimsenin beklemediği şey oydu aslında. Onlar isterken, alırken, zarar verip dengeyi bozarken doğanın bir yerde bunun bedelini çıkaracağını bilmiyordu ama doğa zaman zaman onlara bu yaptıklarının bedellerini ödetti. Depremler, tsunamiler, heyelanlar, çığlar, hastalıklar, afetler aslından dünyanın onlara aşırıya kaçtıklarında verdiği cezalardı. Ancak insan, bu işaretleri anlamamayı seçti. Afetler geldi, geçti; insan, bunun doğal döngünün bir parçası olduğunu düşündü. Hep bir sebep buldu, kendini haklı çıkardı ve asıl kaynağı görmezden geldi. Doğa Ana'nın sabrı tükeniyordu. Yerküre, kendi dengesini korumak için yavaş yavaş harekete geçiyordu.

Bir gün, bir dönüm noktası yaşandı. İnsanlık kendi sonunu hazırlayan büyük bir adım attı. Teknolojinin zirvesine ulaştı, ancak bu zirve bir uçurumun kenarındaydı. Devasa fabrikalar, sürekli tükenen doğal kaynaklar, betonla kaplanmış topraklar ve zehir soluyan atmosfer, Dünya'yı artık taşıyamayacak bir hale getirdi. İnsanlar hayatta kalma mücadelesi verirken, Doğa Ana kendi varlığını korumak için saldırıya geçti.

İlk olarak, toprakların bereketi azaldı. Tarlalar birer birer çoraklaştı, denizler öfkeyle kabardı ve gökyüzü gri bir perde gibi dünyanın üzerine çöktü. İnsanlar açlıkla, susuzlukla mücadele etmeye çalıştı ama kaynaklar tükenmişti. Doğa Ana, uzun zamandır ihmal edilen ve kötüye kullanılan her şeyin intikamını alıyordu. İnsanlar bir araya gelip çözüm aramaya başladılar ama bu sefer iş işten geçmişti. Doğa Ana'nın gazabı büyüyordu.

Sonunda insanlar, bu dünyada hayatta kalmanın tek yolunun onunla savaşmak değil, ona uyum sağlamak olduğunu anladı. Ancak bu kolay bir yolculuk değildi. Nesiller boyu süren alışkanlıkları, zihniyetleri ve sistemleri değiştirmek gerekiyordu. Bazıları bu dönüşüme uyum sağladı, bazıları ise buna direnerek yok oldu. İnsanlık bir kırılma noktasına geldi: Ya geçmişteki hatalardan ders alarak Doğa Ana'nın döngüsüne uyum sağlayacaklardı ya da bu gezegendeki varlıkları sona erecekti.

Doğa Ana, hâlâ tüm yıkımına rağmen cömertliğinden vazgeçmemişti. Yeni bir şans vermeye hazırdı, ancak bu defa kuralları o koyuyordu. İnsanlık, doğanın ritmine uyum sağlamayı yeniden öğrenmek zorundaydı. Onarıcı tarım, yenilenebilir enerji, sürdürülebilir yaşam... İnsanlar, binlerce yıl önce unuttukları bir bilgeliği hatırlamak zorundaydı: Doğa'ya uyum sağlamak.

Ve böylece yeni bir çağ başladı. İnsanlık, eskisinden çok daha az ve basit yaşamanın aslında daha tatmin edici ve huzurlu olduğunu öğrendi. Her şey bir toz bulutuyla başlamıştı ve belki de sonunda yine bir toz bulutuyla bitecekti, ancak bu sefer insanlık o bulutun parçası olmayı öğrenmişti.

Doğa Ana'nın intikamı, insanlığa büyük bir ders olmuştu. İnsanlar sonunda, yıkım değil dengeyle var olabileceklerini anlamışlardı. Peki, bu farkındalık kalıcı olacak mıydı? Ya da bu döngü yeniden mi başlayacaktı? Soru, geleceğe kalmıştı. Çünkü Doğa Ana sabırlıydı, ancak bir daha ki sefere affedici olur muydu, işte bu bilinmezdi. Sadece bilinen bir şey vardı ki her şeyi tüketen insanoğlu bir gün Doğa Ana'nın sabrını tüketirse kendi hayatını da tüketecekti.