Ekolojik Bilinç ve Toplum
Ekolojik toplumun ve bu toplumda bulunan insanın doğa ile ilişkisi üzerine bir deneme yazısıdır.
Ekoloji terimini bilen ve buna göre yaşayan bir toplumun bireyleri, doğaya karşı saygılı olmalı ve doğanın insanlara sunduğu kaynakları verimli bir şekilde kullanmalıdır. İnsan, doğanın bir parçasıdır. İnsanı doğanın bir parçası olarak kabul eden düşünce, insanın dışında kalan ağaçları, hayvanları, suları ve toprakların da toplumun bir parçası olduğunu; toplumun sadece insanlardan oluşmadığını kabul eder(Ünder. 1996: 122-123). Doğanın insanlara verdiği kaynakların dengeli kullanımı sağlanmalı ve geri dönüşüme dikkat edilmelidir. Yani ekolojik bir toplum, bilinçli bir toplum haline gelmelidir.
Toplum, zamanla ekoloji konusunda bilinçlendikçe, bu alanda çeşitli düşünceler ve hatta inançlar geliştirmiştir. Bu düşünceler arasında insan merkezci, çevre merkezci, eko-merkezcilik ve derin ekoloji gibi yaklaşımlar bulunmaktadır. Her bir düşünce biçimi, farklı perspektifler sunar ve bu yaklaşımlar, toplumun ekolojik bir yapıya sahip olmasıyla ilişkilendirilebilir; çünkü insanlar bu düşünceler aracılığıyla yaşadıkları çevreyi ve toplumu sorgularlar. Sonuç olarak, bu düşünceler doğrultusunda çeşitli görüşler ortaya çıkmaktadır.
Ekoloji üzerine geliştirilmiş bu düşünce biçimlerinin yanı sıra, toplumun ekolojik bir yapıya sahip olması için gerekli olduğunu düşündüğüm başka bir yapı daha bulunmaktadır: "Ekolojik bir toplum, çevresinin farkında olan ve çevresel kaynakları çevreye zarar vermeden, aynı zamanda çevrenin de yararını gözeterek bilinçli bir şekilde kullanan toplumdur." Ancak geçmişten günümüze baktığımızda, bu ideal durum söz konusu değildir; çünkü insan her zaman öncelikli olarak kendi çıkarlarını gözetir. Bu sebeple, ortaya koyduğum bu toplum modeli asla tam anlamıyla gerçekleşemeyecektir.
Bununla birlikte, bu tür bir ekolojik topluma ihtiyaç olmayabilir; çünkü toplum, insanın gelişmesi ve düşünceler üretmesi için ona gerekli koşulları sunmuştur. Bu koşullar sonucunda, insan her şeyin bir düzen içinde var olduğunu, bu düzeni kendisinin kurmaya çalıştığını fark eder. Ancak gerçekte, oluşturabileceği her şey zaten doğa tarafından belirlenmiştir. Öyleyse insan ve içinde bulunduğu toplum, bir zorunlulukla yaşamını sürdürmekte ve doğaya, doğanın ona sunduğu kurallar çerçevesinde yaklaşabilmektedir.
Sonuç olarak, doğayı kendi çıkarına kullanmaya çalışmak ya da ondan fayda sağlamaya çalışmak aslında bir yanılsamadır; çünkü her şeyin gerçek sahibi ve egemeni doğanın kendisidir. Doğa, egemenliğiyle insanı her zaman kendi sınırları içinde tutmuş ve onun bu sınırlar çerçevesinde hareket etmesini sağlamıştır. Eğer toplum gerçekten ekolojik olmak istiyorsa, bu sınırları anlamalı ve doğaya uygun şekilde yaşamalıdır.