Elizabeth Báthory

Kanlı Kontes Elizabeth Bathory


Elizabeth Báthory… Yüzyıllar boyunca adının çevresinde dönen söylentiler, onun bir mit mi, yoksa gerçekten tarihin en korkunç kadın seri katillerinden biri mi olduğunu düşündürür. "Kanlı Kontes" unvanını almasına neden olan hikayeler, her birinin derinliklerinde insan ruhunun karanlık sınırlarına bir bakış sunar. İddialar, genç kalma arzusuyla kan dökmeyi ve insanlık dışı ritüelleri birleştirir; Elizabeth Báthory, tarihin en tuhaf güzellik ritüellerinden birini gerçekleştiren figürlerden biri olarak anılır. Yüzlerce genç kadının kanını içtiği ya da banyo yaptığı rivayet edilir—bu, onun gençliğini koruma ve güzellik takıntısının en uç noktasıydı.

Ama bu hikaye yalnızca kanla yıkanmış bir şatoyu ya da işkenceleri anlatmaz; bu, aynı zamanda iktidarın, sınıfsal ayrıcalığın ve toplumun karanlık yüzlerinin de hikayesidir. Elizabeth, 16. yüzyıl Macaristan’ında asil bir ailenin kızı olarak doğmuştu, bu ayrıcalık ona dokunulmazlık kazandırmış gibiydi. Ancak bu ayrıcalık, onun içsel canavarının serbest kalması için de zemin hazırlamış olabilir. Hizmetçileri ve köylü kızları üzerinde gücünü kullanarak, genç kanla ritüel gerçekleştirdiği iddia edildi. Efsaneler, onun güzelliğini korumak için genç kızların kanıyla dolu küvetlerde yıkandığını söyler, ama bu kadar basit mi gerçekten?

Evlenip çocuk sahibi olduktan sonra da saray hayatına devam etti. Ancak zamanla, özellikle genç hizmetçilerine karşı uyguladığı şiddet ve sadist davranışlar nedeniyle korkutucu bir ün kazandı. 1610 yılında, Báthory’nin şatolarında yapılan araştırmalarda yüzlerce genç kızın öldürüldüğü ortaya çıktı. Bu cinayetler, çoğunlukla işkence ve kanla ilgili ritüellere dayanıyordu. Rivayetlere göre, öldürdüğü kızların sayısı 600’ü buluyordu.

Báthory, 1611 yılında yargılandı ve suçlu bulundu. Ancak asil bir aileye mensup olduğu için idam edilmedi. Bunun yerine şatosunun bir odasına hapsedildi ve dört yıl boyunca orada yaşamaya zorlandı. 1614'te ise burada hayatını kaybetti.

Tarihçiler, bu suçlamaların bir kısmının abartılmış ya da siyasi bir komplo sonucu ortaya çıkmış olabileceğini öne sürse de, Elizabeth Báthory'nin gerçekten de sadistçe eylemler gerçekleştirdiği belgelenmiştir. Çeşitli kaynaklara göre, sadist oyunları genç kızları işkenceye maruz bırakmakla başladı ve zamanla daha korkunç bir hale geldi. Bu noktada, vampir mitolojisinin derin izleri onun hikayesine dokunur—kanla olan saplantısı ve ölümsüzlük arayışı, onu bir çeşit "vampir" haline getirir.

Ancak olaylar zincirini düşündüğünüzde, Elizabeth'in sadece bir cani ya da kan dökücü bir canavardan öte bir şey olduğu söylenebilir. Belki de bu, gücün ve bozulmanın bir anlatısıdır. Onun şatosu, sadece bir aristokratın yaşadığı bir yer değildi; duvarlar kanla yoğrulmuş ve her köşede işlenen suçların izleri taşınmış bir yerdi. Genç kızların korkuları, acıları o taşlarda yankılanıyordu. Onun gücü, korkuyla beslenen ve şatonun derinliklerine sızan bir gölgeydi.

Elizabeth Báthory'nin hikayesinin ardında, kadim bir korku yatar: Ölümlülük korkusu ve bu korkuyu yenme arzusuyla yapılan fedakarlıklar. O, ölümsüzlüğün peşinde koşarken, sadece başkalarının hayatlarını değil, kendi insanlığını da tüketti. Öyle ki, sonunda kendisi bir tür "canavar" haline geldi—yalnızca tarih sayfalarında yankılanan, ancak yaşayan hiçbir anı bırakmayan bir canavar. Bu, güç ve güzellik arayışının insana neler yaptırabileceğinin karanlık bir portresidir.

Tarih onu nasıl hatırlamalı? Bir katil mi, yoksa kurban mı?