Feminist Çeviri Stratejileri

Feminist çeviri: kültürler ve kuşaklar arası feminist bilinç oluşumunda çevirinin rolü.

1970’lerde kadın kuramcıların ve çevirmenlerin alanda yayımladığı deneysel çalışmalar ve geliştirdikleri feminist çeviri stratejileri ile, başta kadın olmak üzere farklı cinsiyet kurgu ve deneyimlerine dair hikâyeleri erek kültürlere aktarma, erek okura farklı bir açıdan bakma fırsatı verme idealiyle yapılan ve çevirmenin bu süreçte aldığı kararlar yoluyla kimliğini ön plana çıkardığı feminist çeviri uygulaması hayata geçer. 

Bu yazıda, 1997 yılında yazdığı “Translation and Gender” eseriyle alanda günümüz öncülerinden biri haline gelen Kanadalı çevirmen ve akademisyen Luise von Flotow’un “Feminist Translation: Contexts, Practices and Theories” başlıklı makalesinde bahsettiği üç temel stratejiden bahsedeceğim.

Bunlardan ilki olan takviye (supplementing) stratejisinde, kaynak dil ile erek dil arasındaki cinsiyet temelli farklar nedeniyle oluşan açıklar tamamlanarak veya telafi edilerek dilin cinsiyetçi etkisi kırılmaya çalışılır. Örneğin, kaynak metnin yazarının muhtemelen Fransızcada cinsiyet ayrımı olmasından kaynaklı rahatsızlığını dile getirerek farkındalık yaratmak amacıyla kullandığı ifade, büyük oranda bu ayrımı gözetmeyen İngilizceye aktarılırken çevirmen, kaynak dildeki son ekleri kullanarak erek dilde yeni kelimeler türetebilir, auteur-auteure: author-auther örneğinde olduğu gibi.

Bir başka örnek ise tüm insanlık için kullanılsa da aslen eril cinsiyete ait sözcüklerin ya da bu sözcüklerden türeyen kavramların çevirisinde italik yazı, büyük harf kullanma gibi yöntemlere başvurularak dildeki ayrımcılığın açığa vurulması olabilir. Uzay adamı, insanOĞLU; spaceman, huMAN şeklinde örnekler sunulabilir.  

Bir diğer strateji ise ön söz ve dipnot stratejisidir. Ön sözde çevirmen, okura metnin amacı ve kapsamını bildirir, metne yapılan müdahalelerin bilinçli olduğunu belirterek kendini de görünür kılar. Örnek olarak Türkiye’de öncü feminist çevirmenlerden Emek Ergün’ün “Bekaretin El Değmemiş Tarihi” adıyla çevirdiği Hanne Blank’in “Virgin: The Untouched History” adlı eseri için yazdığı ön sözün bir kısmı verilebilir. Bekaret kavramı üzerine kapsamlı bir yazı olan bu ön söz şöyle biter:

“İşte bu önsöz, bu kitap böyle bir başlangıç niteliği taşıyor. Bekaretin tarih boyunca ne olduğunu ya da ne olmadığını sorgulayarak bedenlerimiz, cinselliklerimiz ve yaşamlarımız üzerinde kurduğu kanlı hakimiyete bir son vermek için Hanne Blanc’le çıktığımız bu yolculuğun amacına ulaşması dileğiyle…”

Aynı şekilde dipnot yöntemiyle de çevirmen, metin üzerinde yeterince açıklayamadığı kavramları kapsamlıca açıklayabilir veya bahsedilen konu üzerine ek bilgi verebilir. 

Üç stratejinin sonuncusu ise elkoyma'dır (hijacking). Luise von Flotow, bu ismi, Lise Gauvin’in “Lettres d’une autre” (Letters from an Other) eserinin Susanne de Lotbiniere Harwood tarafından yapılan İngilizce çevirisine yönelik “çevirinin fazla müdahale içerdiği, öyle ki çevirmenin metni yazarından çaldığı/kaçırdığı” eleştirisini yapan bir başka çevirmenden aldığını ifade eder. Burada ise kaynak metin, çevirmenin kimliğini görünür kılacak şekilde, çeşitli stratejilerle baştan yaratılır; diğerlerinin aksine burada kaynak metin aslen kadın hareketinin bir parçası olmayabilir.

Amerikalı yazar Rebecca Solnit’in “Cinderella Liberator” başlığıyla yeniden yazdığı Külkedisi masalından bir kesit buna örnek gösterilebilir. Masalda prens, düşen ayakkabısı sayesinde Külkedisi’ni bulduğunda ona hayalinin ne olduğunu sorar, aldığı cevap şöyledir:
“I would like to own my own cake shop, and I would like to be free to go see the people on all the farms who raise the food I cook, and I would like to ride the dapple-gray horses…”
("Kendi pasta dükkanım olsun istiyorum ve özgür olmak ki gidip tarlalara kullandığım malzemeleri yetiştiren insanları göreyim; bir de alaca kır atlar sürmek istiyorum…") Kendisine aynı soru yöneltildiğinde prens de şu yanıtı verir:

“…I would like to learn how to make things grow and work so hard I sleep deeply all night, instead of doing nothing in the castle. I would like to have friends. Nobody wants to be friends with a prince.” ("…Ben de topraktan bir şeyler yetiştirmeyi öğrenmek istiyorum ve öyle çok çalışmak ki geceleri deliksiz uyumak, kalede boş durmaktansa. Arkadaşlarım olsun istiyorum. Kimse bir prensle arkadaş olmak istemiyor.") Ardından bu ikili arkadaş olur ve hayallerinin peşinden gitmek için birbirlerini cesaretlendirirler.