Frida Kahlo'nun Görsel Dünyasında Kimlik ve Acı
Frida Kahlo ve Acı.
Frida Kahlo, 1907'de Mexico City'nin Coyoacán'ında doğmuştur. Hayatı boyunca fiziksel ve ruhsal acılarla mücadele eden Kahlo, resimlerdeki bu acıları yansıtmıştır. Altı yaşlı çocuk felci nedeniyle sağ sakat durumda kaldı, Frida bu sürecin ardından iyileşmese de, hastalık ona hayatı boyunca devam eden kronik bir hastalık ve topallayan bir halde kaldı. Frida, 1922'de tıp okuma gayesiyle Mexico City'deki Ulusal Hazırlık Okulu'na girdi. Oradayken okul oditoryumu için bir duvar resmi üzerinde çalışan Diego Rivera ile tanıştı.
Frida Kahlo, 17 Eylül 1925'te ağır bir otobüs kazasına yakalandı. 18 yaşındaki Frida, bir arkadaşının yanında otobüse binerken tramvayın çarpmasıyla ağır bir kaza yaşamıştır. Kazada Frida'nın vücudu büyük ölçüde zarar gördü;omurgası, kalçası, kıvrımları ve ayak bileği kırıldı. Ayrıca rahmi ve karın bölgesi de ağır yaralandı. Kazadan sonra uzun süre yatakta tedavi görmek zorunda kaldı ve birçok cerrahi operasyon geçirdi. Bu trajik olay, Frida'nın derinden yaşadığı ve yansıyan fiziksel ve ruhsal acılarının başlangıcı oldu. Kazanın ardından uzun süren ağrılar ve sağlık sorunları, onun anılarının ve ticari üretiminin önemli bir parçası haline geldi.
Frida ve Diego'nun ilişkisine tekrar dönecek olursak, Diego, Frida'nın hayatına büyük bir etki yaptı ve onun gelişimini destekledi. Ancak evliliklerinde Diego'nun sadakatsizlikleri ve Frida'nın kendi sağlık sorunları gibi pek çok zorlukla karşılaşıyorlar. 1939 yılında Frida, Diego'nun üyelerindeki sadakatsizlikler ve evlilikteki diğer zorluklarla başa çıkamayarak ondan boşandı. Fakat bu boşanma kısa sürdü ve bir yıl sonra yeniden evlendiler. Evliliklerinin ikinci döneminde, ebeveynlerinin sevgi ve evliliklerini sürdürür.
Frida ve Diego arasındaki ilişki, yoğun tutku ve bağın bulunduğu bir ilişkidir. Frida'nın sanatında, Diego'nun Meksika'daki sosyal ve kültürel üretime sahip olduğu hayranlık ve bazen onunla olan ilişkilerin acı dolu etkileri görülebiliyor. Frida, Diego'yu sevse de, ona karşı tarafın acı ve hayal kırıklıkları resimlere yoğun bir şekilde yansımıştır.
Frida'nın ilk otoportresi 1926 yılında resmettiği ‘Kadife Elbiseli Otoportre’ dir. Sürrealist Andrew Breton, Frida’yı sürrealist olarak değerlendirse de, Frida’nın gerçekliğini ve acılarını resmettiğini söyleyerek reddetmiştir.
"Sürrealistlerin beni anlamadığını düşünüyorum. Benim resimlerim rüyalarımın veya hayal gücümün ürünü değil, tam olarak konuştuğum, acılarımın ve yaşamımın gerçekliğidir."
Frida Kahlo, 1953'te, 47 yaşında vefatından bir yıl önce Meksika'da yalnızca bir kişisel sergi açtı. O dönemde doktorun tavsiyesiyle yatak istirahatindeydi, ancak sergiye katılmak istedi. Ambulansla galeriye gidip açılışta yatağında olmayı talep etti. Sergi sonrası sağ bacağı kangren nedeniyle dizinden kesildi, bu da sağlığını daha da kötüleştirip, depresyon ve ağrı kesici bağımlılığına yol açtı. Frida Kahlo'nun bacağının kesilmesinin ardından sağlığı giderek kötüleşti. Yataktan çıkamaz hale geldi ve bu süreçte depresyonu daha da derinleşti. Sanatına olan ilgisi azalmıştı, ancak sık sık çizimler yaparak duygusal durumunu kağıda dökmeye devam etti. Ağrıları ve ilaç bağımlılığı onun yaşamını zorlaştırmıştı, ancak sanatı, yaşadığı acılara rağmen onun için bir tür kaçış ve ifade biçimi olmaya devam etti. 1954'te, 47 yaşında hayatını kaybettiğinde geriye derin bir miras ve unutulmaz eserler bıraktı.
Kadife Elbiseli Otoportre-1926
The Broken Column / Kırık Sütun – 1944
Frida Kahlo'nun Feminizm Bağlamında Ele Alınması
Frida Kahlo'nun otoportleri bir kadın olarak deneyimlerini, acılarını, yakarışlarını yansıtmaktadır. Otoportreler, Kahlo'nun fiziksel ve duygusal acısının yanı sıra toplumsal cinsiyet rolleri ve kimliğin karmaşık doğasını da yansıtmaktadır. Frida Kahlo, toplumsal cinsiyet normlarına karşı bu dönemde ve bunları sorgulayan bir figür olarak tanınıyor. Özellikle dönemin geleneksel kadınlık ve erkeklik anlayışlarına karşı açık bir direniş sergileyen Frida, sanat ve yaşamla bu normlara meydan okumaktadır. bu noktada otoportrelerini feminist sanat bağlamında inceleyebiliriz. Feminizm, kadın haklarını savunmak amacıyla erkek ve kadın arasındaki adaletsiz ilişkiyi ortadan kaldırmayı amaçlayan bireysel ve toplumsal düşünce, eylem ve hareketlerin tümünden oluşmaktadır. Frida kadınların yaşam ve deneyimlerini eleştirel açıdan sorgulayan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Frida'nın sanatı, hem kadınlık deneyimlerini hem de cinsiyet ayrımı için güçlü bir araç oldu. Geleneksel güzellik ve feminenlik anlayışlarına karşı, kendisini güçlü bir birey olarak ifade etti. Kadın vücudu, doğurganlık, acı, kimlik ve kimliksizlik gibi temalar, özelliklerde yaygın olarak yer bulmuştur. Ayrıca Frida, cinsiyet rollerini sorgulayan ve kadınların duygusal, fiziksel ve duygusal deneyimlerini samimi bir şekilde anlatan bir sanatçıdır. Genel olarak erkeklerle olan ilişkiler, özellikle Diego ile olan evliliği, toplumsal cinsiyetin ve ikili ilişkilerin nasıl ele alınması sorgulayan bir davranış olarak karşımıza çıkmaktadır. Cinsellik ve kimlik arayışı, Frida'nın anılarının önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Frida, kadınların kendi bedenlerine, cinselliklerine ve kimliklerine göre daha fazla kontrol sahibi kullanımını savunan bir model olarak, günümüzde toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hakları konularında ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Frida Kahlo, toplumsal cinsiyet normlarını yıkmaya çalışan bir sanatçı olarak kendini pek çok şekilde ifade etti. 20. yüzyılın başlarında, Meksika'da ve dünyada kadının toplumsal rolü genellikle ev içindeki geleneksel işlerle sınırlıydı. Kadınlar, güzellik ve zarafet gibi normatif feminenlik anlayışlarına uygun olmaları bekleniyordu. Frida, bu normlara karşı hem kişisel hayatı hem de sanatıyla güçlü bir duruş sergileyerek cinsiyetin daha esnek ve çok yönlü bir kavram olduğunu vurguladı.
Frida, geleneksel kadınlık anlayışına ters düşen bir şekilde, genellikle süslü ve geleneksel kadın elbiseleri yerine, Meksika'nın yerel halklarına ait geleneksel kıyafetleri tercih etmiştir. Bu kıyafetler, hem onun kimliğini hem de güçlü, özgür bir kadın figürünü yansıtmaktadır. Ayrıca fiziksel görsel imajında, sıkça bıyıklarını bırakması ve kaşlarını birleştirmesi gibi toplumsal cinsiyet normlarına ve estetik, güzellik anlayışlarına aykırı hareket etmiştir. Frida'nın eserlerinde kadınlık ve doğurganlık temaları sıkça yer alırken, cinsiyet kimliğiyle ilgili çok katmanlı ve karmaşık bir anlatım ortaya koyuyordu. Özellikle vücut imgeleri, acı, doğum, ölümler ve cinsellik gibi temalarla, kadınların toplumsal cinsiyet rollerinin ne kadar sınırlayıcı olduğunu sorguladı. Kahlo’nun otobiyografik özellikler taşıyan eserlerinde, kadın vücudu genellikle zarar görmüş, acı çeken veya dönüşüme uğramış bir biçimde karşımıza çıkıyordu. Bu, toplumsal cinsiyetin genellikle idealize edilen, "zarif" kadın figüründen uzak, daha gerçekçi ve farklı yönleriyle ele almıştı Frida, kadınların yalnızca annelik, evlilik ve güzellik gibi sınırlı rollerle tanımlanması gerektiği anlayışına karşı çıktı. Onun sanatında, bir kadın sadece "güzel" ya da "zarif" olmakla kalmaz, aynı zamanda güçlü, acı çeken, cesur, bağımsız ve karmaşık bir birey olabilir. Kendi yaşamındaki zorlukları ve sıkıntıları samimi bir şekilde eserlerine yansıtarak, toplumsal cinsiyetin ne kadar dar bir çerçeveye sokulmaya çalışıldığını ve bunun yıkılması gerektiğini göstermiştir ve göstermeye de devam ediyordur.
Frida Kahlo, toplumsal cinsiyet normlarının katı kalıplarını yıkmaya çalışan ve kadın kimliğini daha geniş, çok yönlü bir biçimde ifade eden bir sanatçıdır. Hem sanatında hem de yaşamında toplumsal cinsiyetin ötesinde bir kimlik ve özgürlük arayışını savunmuştur.