Hiçliğin Gücü: Optimistik Nihilizmin Paradoksunu Anlamak
Hayata katlanabilmek için tutunduğum bir sentezi açıklıyorum.
Hayatın anlamı üzerine derin sorgulamalara girdiğim zamanlarda varoluşun karmaşıklığı ve belirsizliği beni daima rahatsız ederdi. Koskoca evrende insanın yeri ve tüm yaşananların amacı hakkında düşündüklerim beni genelde karamsar bir çerçevede nihilizmin derinliklerine götürür ve en sonunda hiçbir şeyin gerçekten de bir anlamı olmadığını düşünerek bu anlamsızlıkta boğulduğunu hissederdim.
Arkadaşlıkların, aşkın, lezzetli yemeklerin, eğlencenin, veya hobilerin koca evrende hiçbir anlam ifade etmediği düşüncesi motivasyonumu zedelediği gibi dünyaya bakış açımı da bir hayli kısıtlıyordu aslında.
Hiçliğin bu kadar acı verici bir şey olduğunu düşünmemiştim.
Albert Camus da hayatın kendisini "absürd" olarak tanımlamıştı, çünkü evrenin anlamsızlığı ile insanların anlam arayışı sürekli bir çatışma içindeydi. Ancak Camus, nihilizmin karamsarlığını kabul etmek yerine bu absürd durumu kabullenip ona göre yaşamanın gerektiğini savunuyor. Peki ama nasıl?
İşte bu noktada bana ilaç gibi gelen fikir anlamsızlığın aslında ne kadar özgürleştirici bir olgu oluşu oldu. Hayatın objektif bir amacı olmadığını kabul ederken, bu boşluktan yola çıkarak keşfettiğim yüzlerce olasılık beni nihilizme karamsar bir şekilde bakmaktan bir hayli kurtardı açıkçası.
Optimistik nihilizm denilen bu yargı, varoluşun anlamsızlığı nedeniyle acı çekmek yerine bu anlamsızlığın içinde özgürlüğü bulmayı öneren felsefi bir yaklaşım. Evrende herhangi bir objektif anlam, amaç ya da değer olmadığını savunan nihilizme karşı optimistik nihilizm, bu boşluktan korkmak yerine, onu bir fırsat olarak görmeyi önerir. Hayatın içsel bir anlamı yoksa, kendi anlamımızı yaratma şansımızın olması pek de fena bir fikir olmasa gerek.
İnsanlığın bizden önceki üçyüz bin yıllık serüveninin uzunluğuna biz dünyada olmadığımız için zamansal bir anlam yükleyemiyoruz, aynı şekilde bizden sonraki süreçte de zaman algısı diye bir şeye sahip olmayacağız. Yani bu demek oluyor ki üzerinde ilerlediğimiz zaman çizelgesi sadece bizim bu yeryüzünde bulunduğumuz ortalama yetmiş yılı temsil ediyor, elimizde bundan fazlası yok. Evet, muhtemelen birçoğumuz öldükten sonraki yüz sene içinde unutulup gidecek, üzüldüğümüz veya sevinç duyduğumuz hiçbir şey kalıcı değil. Ancak bu esneklik, yapabileceğimiz onlarca şeyin fırsatını yakalama olanağı da veriyor bize.
Özgürüz.
Korkuya hiç gerek yok. Evet, bunu ben söylüyorum. Bir de Nietzsche... Ona göre hiçlik bir fırsat, ve kendi değerini yaratabilen bireyler "üst insan" kavramı ile tanımlanıyor.
Anlamsızlık, bir boşluk değil, bir başlangıç aslında. Albert Camus'nun absürd dünyasında Nietzsche'nin "üst insan" değerlerine sahip bir birey olarak yaşamak, varoluşun ideal tanımıdır belki de.
-