İkinci Dalga Feminizm: Amerikalı Kadınların Sesi Daha Güçlü Çıkıyor
İkinci Dalga Feminizm, kadınların sesi yükseldikçe toplumsal dönüşümlerin mümkün olduğunu gösterdi.
Kadın hakları hareketi, 1920’de oy hakkının kazanılmasıyla sona ermedi. Kadınlar hâlâ iş hayatında düşük ücretlerle çalışıyor, eğitimde ve siyasette yeterince temsil edilmiyor ve toplumsal rollerin baskısı altında yaşıyordu. 1960’lara gelindiğinde, kadınların talepleri daha da büyümüş, feminizm yeni bir aşamaya geçmişti. İkinci Dalga Feminizm olarak adlandırılan bu hareket, kadınların yalnızca hukuki eşitliği değil, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlardaki eşitliği de savunduğu bir dönemdi.
Betty Friedan ve "Kadınlık Miti"
1963 yılında Betty Friedan, "The Feminine Mystique" adlı kitabını yayımladı ve birçok kadının yıllardır içinde bulunduğu ancak adını koyamadığı bir sorunu dile getirdi. Friedan, özellikle orta sınıf Amerikalı kadınların "mükemmel ev kadını" rolüne hapsedildiğini ve potansiyellerini gerçekleştiremediklerinden bahsediyordu. Reklamlar ve medyanın dayattığı "mutlu ev kadını" imajı, birçok kadını tatminsizliğe sürüklüyordu.
Friedan’ın kitabı bir anda çok satıldı ve kadınlar arasında büyük yankı uyandırdı. Kitap, kadınların eğitimde, iş hayatında ve toplumsal yaşamda daha fazla söz sahibi olması gerektiğini savunuyordu. Bu görüşler, İkinci Dalga Feminizmin temelini oluşturdu ve feminist hareketi yeniden canlandırdı.
Kadınların Yasal Hakları
Kadınların iş hayatındaki eşitsizlikleri sona erdirmek için hükümet düzeyinde bazı adımlar atıldı. 1963 yılında kabul edilen Eşit Ücret Yasası, aynı işi yapan erkekler ve kadınlar arasındaki ücret farkını ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Ancak bu yasa, gerçek hayatta tam olarak uygulanamıyor ve kadınlar hâlâ düşük maaşlarla çalıştırılıyordu.
Bir yıl sonra, 1964’te Medeni Haklar Yasası kabul edildi. Bu yasa, iş yerinde ve kamusal alanlarda cinsiyet ayrımcılığını yasaklıyordu. Ancak kadınlar, işverenlerin cinsiyet temelinde ayrımcılık yapmaya devam ettiğini fark etti ve daha fazla yasal mücadele gerektiğini gördü. 1966 yılında Betty Friedan ve diğer feminist liderler, kadın hakları için mücadele eden Ulusal Kadın Örgütü (National Organization for Women - NOW)’yu kurarak hareketi daha da ileri taşıdı.
Kadınların Kendi Bedenleri Üzerindeki Hakları
Kadın hakları mücadelesinin en büyük dönüm noktalarından biri üreme hakları ve kürtaj meselesiydi. 1970’lere gelindiğinde, birçok eyalette kürtaj yasa dışıydı ve bu durum, kadınların bedenleri üzerinde kontrol sahibi olmalarını engelliyordu.
1973’te ABD Yüksek Mahkemesi’nin verdiği Roe v. Wade kararı, kürtajı anayasal bir hak olarak tanıdı. Mahkeme, kadınların hamileliğin ilk üç ayında kürtaj yaptırma hakkına sahip olduğuna karar verdi. Bu karar, kadınların bedenleri üzerindeki kontrolünü artıran tarihi bir adımdı ve feminist hareket için büyük bir zafer olarak görüldü.
Ancak Roe v. Wade kararı, muhafazakâr kesimlerde büyük bir tepkiyle karşılandı. Kürtaj karşıtı gruplar, bu kararın iptali için yıllarca mücadele etti ve kürtaj meselesi Amerika’daki en büyük toplumsal tartışmalardan biri haline geldi. Bugün bile, bu konuda verilen mücadele hâlâ devam ediyor.
Kadınların Eğitimde, İş Hayatında ve Siyasette Daha Fazla Yer Alması
İkinci Dalga Feminizm’in etkisiyle kadınlar eğitimde ve iş hayatında daha fazla yer almaya başladı. 1970’lere gelindiğinde, üniversitelerdeki kadın öğrenci oranı ciddi şekilde arttı ve kadınlar akademik kariyerlerde daha fazla temsil edilmeye başladı. İş dünyasında ise kadınlar giderek daha fazla profesyonel mesleklere yöneldi ve yönetici pozisyonlarına erişim taleplerini yükseltti.
Ayrıca, siyasette de kadınların varlığı arttı. 1972’de Shirley Chisholm, büyük bir partiden ABD başkanlığı için aday olan ilk siyahi kadın oldu. Kadınların senato ve kongredeki temsili yavaş da olsa artmaya başladı. Feminist hareketin baskısıyla kadın haklarını koruyan yasalar kabul edildi ve kadınların toplumdaki yeri giderek güçlendi.