Kadınlara Sunulan Dünya: AİLE

Değerlerle örülü geleneksel kadın algısına ilişkin kısa bir ayıklama.


İnsanlığın varlığı süresince vardığı sonuçlardan belki de en yanlışıdır toplumsal cinsiyet. Gücünü doğal köklerden alan "kadınlık" ve "erkeklik" rollerinin kültür ile harmanlanması sonucunda ortaya çıkmış, günümüzde sosyal ve siyasî hayat için bir politika haline dönüşen sömürü meşruiyetidir. Burada sömürülen, aile hayatının içine "doğanın bir lütfu" olarak yerleştirilen kadındır.


Kadınların doğaya ait olarak görülmesine ve rasyonelliğin onlarla aynı kümede bulunmamasına karşılık, kültür varlığı olarak görülen erkeklerin dış dünyaya adapte olabilen tek insan grubu olarak düşünülmesi, kadınların kamusal alan-özel alan ayrımında yerlerinin özel alan olarak belirlenmesine sebep olmuştur. Bu özel alan, huzurun ve özverinin karinesi olarak kabul edilen ailedir. Aile, kadınlar üzerinden işletilen geleneksel mahremiyet algısının oluşturulduğu, toplumun en kapalı ve dokunulmaz birimidir.

Kadınlar, gelişime kapalı olan dünyalarında ev işlerinin ücretsiz sahiplenicisi olarak, doğurganlık özelliğine yaraşır bir şekilde aile bütünlüğünün korunmasından sorumlulardır. Erkekler ise gelişime ve dönüşüme açık kamusal alanda insanlık tarihini yazmak ile meşgullerdir ve kadın, yeniden üretim sürecinde erkeğin dinlenme tesisini işletmek zorundadır. Federici'nin ifade ettiği gibi, "Havva, Adem için yaratılmışsa, "ev kadını" da aile dışındaki hayatın sahiplenicisi erkek için yaratılmıştır,".


Ailenin sınırları esas alınarak yapılan alan belirleme, kamusal alana çıkmış olan kadınların, cinsiyet temelli ayrımcı uygulamalar ile karşılaşmasına sebep olmaktadır. Kadın, birey olarak var olmaya çalıştığı bu alanda dahi aile hayatındaki rollerinin gölgesinde kalmak zorundadır. Sanayi temelli patriarkal ilişkiler içinde kadınlar, işe alım ve ücretlendirme uygulamalarında dezavantajlı konumdadırlar. Daha da ileri götürürsek şunu da diyebiliriz ki toplum nezdinde kadının esas işi, ev içerisindeki çeşitli faaliyetler olarak görüldüğünden ücretli emek piyasasına dahil olan kadının geliri ana geçim kaynağı olarak değil, bir ek gelir olarak görülmekte ve değersizleştirilmektedir. Ayrıca bakım sorumlulukları sebebiyle kadınlar daha çok kısmî süreli işlere yönelmekte ve pek tabi erkeklerden çok daha az bir gelir elde etmektedirler.

Aile kurmayı reddeden ya da toplumun kadını içinde tanımladığı doğurganlık özelliğini kullanıp, kurduğu ailesini genişletmeyen kadınlara olan bakış açısı, esasen kadının geleneksel yargılar nezdindeki edilgen ve bağımlı olma özelliğini açıkça ortaya koymaktadır. Kadın, sosyal yapı içerisinde bir şekilde sahiplenilmesi gereken bir muhtaçlık örneğidir. Aileye dahil olmayan kadın, isyan bayraklarını çekmiştir ve artık her türlü tehlikeye açık durumdadır.

Toplum, aileyi yani kadınların evrenini kutsamaktadır. Ancak neden? Neden her zaman erkeğin gerisinde konuşlandırılan, güçsüz ve irrasyonel kadını temsil eden aile, dokunulmaz bir değere dönüştürülmüştür? Belki de kutsal olanın sorgulanmaması gerekliliği, aile için de işletilmeye çalışılmaktadır. Böylece düzenini oturtmuş insanlık tarihi bir bu kadar daha aynı kurguyu sürdürmekte ısrarcıdır.