İz Bırakanlar: Ingmar Bergman

Ingmar Bergman ve filmleri ile ilgili kısa bir çalışma


İsveçli yönetmenimiz Ingmar Bergman. İskandinav sinemasının tartışmasız bir numaralı ismi olmasının yanı sıra, Avrupa sinemasının da sayılı yönetmenlerindendir. Benzersiz bir teknik tarzı olmasının yanı sıra anlatımı da son derece kuvvetlidir. Bilinen eserlerinde "Persona" net şekilde bir başyapıt. "Yedinci Mühür" ya da orijinal ismiyle "Det sjunde inseglet" (kolaysa okuyun) inanılmaz bir prodüksiyonla harika bir anlatı sunarken "Güz Sonatı" (Höstsonaten) sert bir dramla izleyiciyi sarsar. Bu durum yönetmenin sadece şahsına münhasır bir stile sahip olmakla kalmayıp bu stili birbirinden farklı konuları olan farklı filmlerde ustaca kullanabildiğinin net göstergesi.


Persona


Filmimizin başında İsveçli oyuncu Elisabet Vogler, bir performansı sırasında sahnedeyken sessiz kalıyor. Ertesi gün neredeyse katatonik bir durumda uyanır. Onun vakasıyla ilgilenen doktorlar bu duruma neden olacak herhangi bir teşhis koyamaz. Alma adında bir hemşire, Elisabet'in bakıcısı olarak atanır; kendisi, Elisabet'in konuşmamayı seçebilecek bir tür içsel güce sahip olduğuna inanır. Elisabet'in ne kocasının ne de oğlunun ziyaretine izin verilmediğinden, doktor Elisabet ve Alma'ya bir tatil yapmaları için sahil kenarında gözlerden uzak yazlık evini verir (rahatlık seviyesi tavan). Alma, tatil sırasında sessizliği bozmak için sürekli olarak hayatı hakkında ayrıntılara girecek şekilde konuşur. Elisabet, Alma'nın bu konuşmalarına yanıt verir ve bu diyalogları yavaş yavaş birer terapi seansına dönüşmeye başlar. Alma, Elisabet'e hayrandır ve onun gibi olmak ister. Ancak birlikte yalnız vakit geçirdikçe ve ikisi de birbiri hakkında daha fazla şey öğrendikçe ilişkilerinin dönüşümüne şahit oluruz.

Persona öncelikle teknik olarak çok başarılı. Kadrajlar ve kameranın hikaye anlatımında efektif bir eleman olarak kullanılması, filmle ilgili ilk akla gelen nokta. Genelde kadrajları ustaca kullanan bir yönetmenin ustalık eseri olarak niteleyebiliriz.

Filmin üzerine kurulduğu iki kadın karakter; işi sahne alıp başka insanların yazdığı cümlelerle konuşmak olan Elisabet ve konuşmak istediği tonla şey olan ancak o ana kadar kendini dinleyecek kimseyi bulamamış Alma birbirini tamamlar nitelikte. Konuşma yeteneği konusunda birbirinin zıttı olsalar da kişilikleri birbirine çok benzer. Aralarındaki ilişki de doğal olarak ilgi çekici bir noktaya evriliyor. Başta hem karakter hem de seyirci, konuşamayan bir kadını konuşturmak için ağzından laf almaya çalıştığını düşünür. Belki de dertleşecek biri aramakta olan Alma, mümkün olan en iyi dinleyiciyi bulduktan sonra bir çağlayan edasıyla her şeyi ortaya dökmeye başlar.

Film son derece iyi tasarlanmış bir psikolojik drama. Türünün en iyilerinden.


Yedinci Mühür


Orta çağda, bir şövalye olan Antonius Block ve yaveri Jöns, Haçlı Seferleri'nde savaştıktan sonra İsveç'teki anavatanlarına yeni dönerler ve kara ölümün ülkelerini kasıp kavurduğuna şahit olurlar. Bu sırada önemli bir sahneye daha şahit oluruz: Antonius, eve doğru yaptıkları yolculuk, onun canını almak için gelen Ölüm ile karşılaşır. Bir süredir Ölüm'ü etrafında hissetmektedir ancak ve onu bir insan formunda karşısında görmesi onu ürkütür. Hayatında yapacak daha çok işi olduğunu düşünen Antonius, Ölüm'ü bir satranç maçına davet eder; sonuç, yalnız onun değil, etrafındaki diğer insanların da kaderini etkileyecektir. Antonius hayatta gördüklerinden sonra Tanrı'ya olan inancını kaybetmiştir ve dünyada olan şeylerin neden olduğunu öğrenmeye çalışır. Antonius ve Jöns, satranç maçı devam ederken ve eve doğru yolculukları sırasında, şehir şehir dolaşan bir oyuncu grubuna rastlarlar. Antonius, vebadan kaçınmak için onlara daha güvenli bir yolculuk teklif eder. Toplulukla, karı koca Jof, Mia ve bebek Mikael ile geçireceği zaman, Antonius'a aradığı cevaplardan bazılarını, sağlayabilir.


Yedinci Mühür'de, İsveç tarihinde yaşanan olayların epey bahsi geçiyor. Haçlı Seferleri ve veba salgını hikaye anlatımının temel direklerinden ikisi. Ancak unutmamak gerekir ki filmin asıl dert edindiği nokta tarih anlatmak değil, insanlığa genel bir bakış atmaktır. Baş karakterimiz Antonius sarıldığı inancından adeta zorla koparılmış ve çaresiz kalmış bir adamdır. Bir arayış içerisinde, sanki dünyaya yeni gelmiş bir bebek gibi gözlemler yapmaya başlar. İçine bırakıldığı karanlık içerisinde sahip olduğu sorulara cevaplar aramaya koyulur. Ancak etrafında tanık olduğu bütün bu şamata, vahşet ve karşısında paralize olur. Filmde hayatın, inanılmaz iyi bir prodüksiyonun da yardımıyla, kocaman bir geçit töreni olarak resmedildiğini görüyoruz. Bu geçit törenine katılanlar ve katılmayanlar olarak insanları ikiye ayırır yapar filmimiz.


Güz Sonatı


Hikaye dünyaca ünlü piyanist Charlotte'un uzun süredir birlikte olduğu partneri Leonardo'yu kaybetmesiyle başlar. Bu kayıp üzerine Charlotte'un bir gazeteci olan kızı Eva, annesini dağlık bir bölgedeki huzur dolu evine davet eder. Charlotte yedi yıldır Eva'yı görmemiştir. Bu sırada biz de Charlotte ile birlikte diğer kızı Helena'nın da Eva ile bu evde yaşadığını öğreniriz. Helena zihinsel engellidir. Eva iki yıl önce bakımını üstlenene kadar bakım evinde kalmıştır. Annesi Charlotte, engelli kızını uzun zamandır görmemiştir. Eva, hesapçı ve biraz da bencil bir kadın olan annesiyle daha fazla vakit geçirdikçe, çocukluğundan kalan ve geriye itilmiş pek çok kötü anı tekrar ortaya çıkmaya başlar. Bu mutsuzluk onun evliliğe bakış açısını da etkilemiştir.

Aslında filmde görülen büyük işler başarmış bir annenin kızından da aynısını beklemesi ve bunun kızı üzerinde çok ağır bir baskı yaratmasıdır. Bu tanıdık bir durum. Ebeveynlerin çocuklarını büyük beklentilerle yetiştirmesi, bu beklentilerin karşılanmaması durumunda büyük bir hayal kırıklığı, ardından bu hayal kırıklığından doğan yetersizlik ve çuvallama hissi ile baş etmek için suçlamanın çocuğa yönlendirilmesi... Türkiye'de gördüğümüz böylesine yaygın hikayelerin görece refah seviyesi yüksek, iklimi ve coğrafyası farklı bambaşka bir ülkede çekilen bu sinema filminde görmek çok ilginç. Buradan net şekilde insanlık adına bazı şeylerin evrensel olduğu görülüyor.


,