Kadının Adı Var.
Duygu Asena'nın "Kadının Adı Yok" romanı üzerinden kadının varoluş yolculuğunu sorguluyoruz.
Duygu Asena’nın 1987 tarihli “Kadının Adı Yok” romanı Türk edebiyatında kadınların bireysel ve toplumsal sorunlarını etraflıca ele alan öncü bir roman; Asena ise Türkiye’de ikinci dalga feminizmin en önemli temsilcilerinden.
İkinci dalga feminizmin sloganı olan "kişisel olan politiktir" ifadesi, Duygu Asena'nın bu romanında tam manası ile kendini gösteriyor, kitap Asena’nın hayatından epey iz taşıyor. Toplumsal bellekte öylesine yer edinmiş, öylesine karşılık bulmuş bir roman ki; Kadının Adı Yok Türkiye'de kadın hareketi için bir sembol haline geliyor.
Duygu Asena'nın bu başyapıtını mercek altına alarak barındırdığı anlamları ve toplumsal eleştirileri keşfedelim.
Kitapta adı hiç geçmeyen, kentli ve orta sınıf bir aileye mensup kadın karakter; çocukluk çağından başlayarak yetişkinliğe kadar uzanan hayat hikayesini ilk ağızdan anlatıyor. Kitap kronolojik bir şekilde ilerliyor: çocukluk, ergenlik ve erişkinlik. Cinsiyete dayalı ayrıştırmayı ve farklı muameleyi özümsemekte güçlük çeken karakterimizin çocukluğunda başlayan “birey” olabilme mücadelesi yaşamı boyunca devam ediyor.
Birçok dile çevrilen ve birçok baskı yapan kitap; cinsellik, taciz, aldatma, evlilik içi tecavüz, ev içi şiddet, kürtaj gibi hassas konulara dokunuyor ve defalarca “müstehcen” ve “muzır” olduğu gerekçesi ile yasaklanıyor.
Kurgusu ve üslubu bakımından zaman zaman eleştirilmiş ve zayıf bulunmuş olsa da bu romanı asıl başarılı kılan şey güncelliğini koruyan konusu. Kitapta birtakım kurgusal zayıflıklar var olmakla birlikte üslubu kıvrak ve telaşsız. Kurgusal olarak en büyük zayıflığı, değinilmek istenilen temalara zaman zaman radikal örnekler üzerinden değinilmesi. Anlayacağınız, anlatılan bazı olaylar adeta “ibretlik” hikayeler. Fakat yazar bu şekilde tek bir romanda birçok konuya birden değinmeyi başarıyor.
Ana karakterimize küçük yaşlardan itibaren kadın ve erkeğin doğalarının birbirinden farklı olduğu anlatılıyor, oğlanlarla oynamasına izin verilmiyor “koruyup kollanma” adı altında kişisel iradesi kısıtlanıyor. Eş zamanlı olarak ana karakterimiz erkeklerin aynı olayları daha farklı tecrübe ettiğini gözlemlemeye başlıyor.
Karakterimiz büyüdükçe hayatta yapabileceği seçimler ve o seçimlerin bedelleri ile yüzleşiyor. Bir kadının cinselliğini keşfetmesinin bedeli toplumdan aforoz edilip damgalanması olabiliyor. Kürtajının bedeli çocuksuzluk veya evlenmesinin bedeli emek sömürüsü olabiliyor. Erkekler için bedellerin çok daha hafif oluşunu bilen karakterimiz, zaman zaman konfor alanından feragat ederek; özgür olduğu bir yalnızlığı birilerine bağımlı olduğu bir birlikteliğe yeğliyor.
Didaktik bir üslup ile başka bir gerçekliğin de var olabileceği ana karakterimizin yaptığı cesur seçimler üzerinden kanıtlanıyor. Karakterimiz zaman zaman hırçınlıkla zaman zaman bir paranoya ile hareket edip sahip olduğu ilişkileri yıkmaktan hiç ama hiç çekinmiyor. Aslında yazar; “pasif”, “otoriteye boyun eğen”, “öğrenilmiş çaresizlik içinde sesini çıkaramayan” kadın stereotipini bu yolla kırıyor. Bunun yegâne sebebi karakterimizin eğitimli ve ekonomik özgürlüğünü ele almış bir kadın olması. Zira karakterimiz başarıları küçümsense bile çalışmaktan vazgeçmiyor.
Birey olmanın bedeli yalnızlık mı? Kendin olabilmenin, kendi seçimlerini yapabilmenin… Seçimlerinin arkasında durmak kolay bir tercih değil fakat karakterimiz her defasında bunu başarıyor. Bir kadının insan ilişkilerinde, iş hayatında, evliliği içinde nasıl yalnız bırakıldığını; toplumsal kodlamaların dışına çıktığı anda faturanın nasıl ona kesildiğini görüyoruz.
Duygu Asena esasında “Kadının Adı Yok” derken, bir varoluş mücadelesinden bahsediyor. Kadının nasıl “nesneleştiğinden”…
Kadınlar belirli kimliklere sıkıştırılmışken “kız evlat”, “eş” veya “anne” gibi, o; istenmediği ve istemediği yerde durmamanın, bir kuş gibi kanatlanıp uçabilmenin güzelliğini seviyor. Kalıpların ve kimliklerin kendini kısıtlamasına izin vermiyor. Bunun bedelini de yine kendi ödüyor. Ve karakterimiz zaman zaman pire için yorgan yakıyor, sanki insanlarla bir arada olabilme ve kendi olabilme eylemlerini eş zamanlı yürütemiyor. Hırçınlığını ve sadakatsizliğini ise erkeklerin de böyle davranıyor oluşu ile aklıyor kendi dünyasında. Fakat o, zayıflıkları ve güçlü yanlarıyla kendini kabul edebilmeyi ve sevebilmeyi başarabiliyor.
Bir kadının kendi olmasının bedeli kaçınılmaz bir yalnızlık mı? Başarıları, istekleri, hayalleri, duyguları hepsi bir erkek üzerinden bir erkeğe bağlı olarak tanımlandıysa nasıl var olabilir bir kadın? Sevmenin de bir bedeli varsa yalnızlık daimî bir özgürlük mü demek?
“Sen de mi olmamalısın acaba? İnsanın özgür olabilmesi için, bağlı olduğu ya da ona bağlı olan bir kedi bile olmamalı mı yaşamında... Sevmek mi insanı bağımlı kılan? Acımak mı insanı sinirlendiren? Kısıtlanmak mı insanı sevgisizliğe iten?Özgür ve bağımsız olmak için, bir canlı, bir tek canlı bile olmamalı mı insanın yaşamında? Özgürlüğün bedeli bu mu? Bu, yalnızlık mı?”
Kitabın sonunda saygı ve sevgi ile dolu bir ilişkinin de inşa edilebileceğine ve kadının kendi olduğu için değer görebileceğine de bir kapı aralasa da Duygu Asena insan ilişkilerine pesimist bir düzlemden bakarak karakterimize yalnızlığı yeğletiyor ve aslında kendi ile mutlu olabilme, kendi olabilme yolculuğunun kişisel bir yolculuk olduğunu bizlere hatırlatıyor.