Kadının Özgürleşmesi ve Toplumsal Cinsiyet
Kadınların mücadelesi bir gün değil; ömür boyu.
Toplum, kadın ve erkeği tanımlamakta; belirli özellik ve roller kadınlara, diğerleri ise erkeklere atfedilmektedir. Bu tanımlar kuşaktan kuşağa aktarılmakta ve zamanla bireyin kişiliğinin parçası haline gelmektedir. Toplum, kadın ve erkeklere ve onların sahip olduğu rollere eşit bir yaklaşım sergilemez. Güç kavramı söz konusu olduğunda hangi açıdan bakılırsa bakılsın, erkeğin daha güçlü olduğu; güçlü olduğu ve gücü elde etmesi, güç için kadından daha çok çabalaması gerektiği düşüncesi, toplumsal olarak dile getirilme derecesi farklılaşsa da her zaman vardır. En basit örneğiyle okuma yazma oranı, gelir elde etme, kadınların okutulması konularına bakılırsa; ataerkil toplumlar erkeği ailenin lideri olarak konumlandırdığı için, eğer eğitim gerekiyorsa bu eğitimin öncelikle erkek tarafından alınması konusunda hem fikirdir. Kadınlar da eğitim ve iş hayatında var olabilirler ancak bu tutuma göre ikinci sırada yer alırlar. Ayrıca aile kurup bir erkeğin aile reisliğinde hayatını idame ettirme seçeneği de okuyan ya da çalışan kadınlara her zaman bir alternatif çıkış noktası olarak sunulur. Eğitim hakkının kazanılmasından sonra bile bu lütuf erkekler tarafından kadınlara verilmiştir, kadınların sahip olması gerektiği her hak erkeklerin tekelinde bulunmaktadır. Bu eğitim hakkı dahi iyi bir erkek çocuk yetiştirmeleri için gerekli görülmüştür. Birinci dalga feminizmde aranan mülkiyet hakkı, eğitim hakkı, oy hakkı gibi haklar kazanıldıktan sonra bu hakların aslında kadın erkek eşitliği için sadece ilk basamak olabileceği anlaşılmıştır. Yine de kadınlar, teorinin ve pratiğin içerdiği tutarsızlıkları fark edip eleştirmekte ve kendileri için de doğal haklar talep etmekte gecikmediler. Ataerkil sisteme karşı kadınların yaptıkları eylemlere ve sundukları önerilere kulaklar genellikle tıkalı oldu. Hatta kadın eylemlerinden bıkan ulusal meclis, onlara siyasal haklar tanınmasını reddetti. Kadınların ve erkeklerin eşit pozisyonda olduğu yerlerde bile bilinirlik ve görünürlük konularında dezavantajlı olduğu ve sıkıntılar yaşadığı ortadadır. Kadınların görünümleri, yaptıkları işler ve ses getirileri değerlendirildiğinde; erkeklere nazaran seslerinin daha az duyulduğu ya da erkekler arasında ön plana çıkmakta zorlandıkları ve patriarkal sistemin onları geri plana ittiği görülmektedir. Kadın erkek eşitliğinin sağlanmasında pozitif ayrımcılık ve müspet eylem gibi çalışmaların dışında en önemli çalışmalardan bir tanesi, söylemin düzeltilmesi olmalıdır. Söylemin düzeltilmediği durumlarda, pozitif ayrımcılık ve müspet eylem çalışmalarının göstermelik kaldığı, göz boyamak maksatlı yapıldığı da akıllara gelmektedir.
Her gün, bir kadının eşi veya erkek akrabası tarafından öldürüldüğü günümüzde, toplumsal cinsiyet eşitliği kadına yönelik şiddetin önlenmesi veya kadının toplumsal yaşamın bir parçası olabilmesinin olmazsa olmaz koşuludur. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmadığı bir yerde kadına yönelik şiddet önlenemez. Muhafazakâr görüşlerin önemli olduğu yerlerde, bu görüşe sahip kadın ve erkek pek çok kişi, toplumsal cinsiyet eşitliğini, kadınların erkeklerle aynı olma isteği olarak tanımlar. Bu tanım yanlış ve sorunludur. Eşitlik aynılık demek değildir. Aynı olan şeylerin eşit olmasına zaten gerek yoktur. Toplumsal cinsiyet eşitliği talebi, kadınların erkeklerle aynı olma değil, aynı gibi değerlendirilme talebidir. Kadın ve erkek eşitliği çabası açısından düşünüldüğünde iktidarın dili, zaten bu eşitliği sağlayıp sağlamama konusundaki gerçek fikrini ortaya koyar. Özellikle Türkiye’de bu dil üzerine daima bir tartışma bulunmaktadır. Kadın hakları konusundaki toplumsal kazanımların oldukça yavaş gerçekleşmesi iktidarın söyleminin yetersizliği ya da sahteliğiyle ilgilidir. Türkiye’de özellikle iktidarın rahatsızlık konularından biri de toplumsal eylemlerdir. Demokratik ve ileri ülkeler, toplanma ve protesto hakkının korunması konusuna oldukça özen gösterirler.
Türkiye’de ise bu konu, genel olarak gitgide zayıflar bir hal almıştır. Özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği sorununa eleştiri getirmeye çalışan kadın grupların iktidar tarafından ötekileştirilmeye çalışılması, söylem aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Ötekileştirme pratiklerinden biri olan küçülterek aşağılama pratiği, dil üzerinden işlemiş ve toplum tarafından sevilmeyen dışlanan gruplarla kadın grupları birlikte değerlendirilip onları toplumdan ayırma yoluna gidilmiştir. Yine iktidar, patriarkal özelliğinden dolayı kadın hareketini tehdit olarak algılamış, çözümü dışlayarak, hedef göstererek ve görmezden gelerek bulmuştur. Geçmişten günümüze toplumsal cinsiyet rollerine uygun gerçekleştirilen iş bölümü ise, erkeğin kadınlar üzerinde tahakkümünü beraberinde getirmiş, iş bölümünde erkeğin karar verici olmasını, bu karar verme sürecinde de genellikle “düşünsel, akılla ilgili” işlerde erkeğin; basit, düşünmeyi gerektirmeyen işlerde kadınların tercih edilmesi sonucunu doğurmuştur. Cinsiyete dayalı bu iş bölümü, ev içinde de varlığını sürdürmekte, toplumsal ve kültürel destekle de yeniden üretilmektedir. Çünkü erkeklerin egemen olduğu düzende, erkek iktidarın kendine sunduğu ayrıcalıklardan vazgeçmek istememektedir. Özellikle medyada yer alan haberler, filmler, reklamlar toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünün sürekliliğini sağlayan başlıca etkenlerdir. Evden sorumlu olan, evi çekip çeviren dünde olduğu gibi, günümüzde de kadınlardır. Erkek emeği genellikle ev dışı işlerde kendini gösterir. Kadının içeride, erkeğin dışarıda olması, iş bölümünün kadın işleri/erkek işleri ayrımı yapılarak belirlenmesi, kadın ile erkek arasında eşitsizliği arttıran, güçlünün iktidarını pekiştiren bir sonuca neden olur. Bu döngü, kadın ve erkek arasındaki eğitim eşitsizliği de eklenince, erkeğin üstünlüğünü sürekli dönüştüren bir mekanizma haline gelir. Daha iyi işler için eğitilen erkekler, daha iyi işlere sahip oldukça, karar verme mekanizmalarına kadar yükselme ve yönetimde de söz sahibi olma hakkı kazanmaya başlar. Kurum ve kuruluşlarda, karar verme mercilerinde yer alan üst düzey yöneticiler genellikle erkeklerdir. İş bölümündeki etkin ve edilginlik, ev işleri ve çocuk bakımının üstlenilmesi, ücretsiz ve ücretli iş arasındaki bölünme, emek piyasasının ayrımcılığı ve “erkeklere ait işler” ile “kadınlara ait işler” yaratılması, eğitim ve terfide ayrım güdülmesi, ücretler ve mübadelede eşitsizlik gibi sonuçları beraberinde getirir. Tarih boyunca, cinsiyet temelli iş bölümü varlığını sürdürmüş, günümüzde, kadınların işgücüne katılımı artsa da ev içindeki iş paylaşımında ya da kurumlardaki hiyerarşik düzenlemede çok fazla değişim olmamıştır. Kadınların yaşam alanı genellikle “ev içi” ile sınırlandırılmış, mal ve hizmet üretiminde daha çok yer alan erkek, servet birikiminin, dolayısıyla söz söyleme, iktidarı elinde bulundurma hakkının da sahibi olmuştur. Erkek, iktidarını sürekli kılmak, ayakta kalmak için kendi oluşturduğu iktidarın kuralları çerçevesinde hareket etmek zorundadır. Toplumsal cinsiyet rollerinin geçmişten günümüze hem kadın hem de erkek tarafından içselleştirilmesi, bunun değişmez kurallar bütünü ve doğal olduğunun kabul edilmesi nedeniyle, bu değişimin kolay olacağını söylemek güçtür. Değişim süreci hem bireyin iç çatışmasını hem de toplumsal birtakım çatışmaları, tartışmaları beraberinde getirecektir. Ancak kadın ve erkeğin toplumda eşit, özgür, mutlu bireyler olarak var olabilmeleri için de değişim kaçınılmazdır.