Kadınları Sessizleştiren Dünya

Geçmişte kadınların hor görüldüğü ve dediklerini ciddiye alınmadığı bir topluma kafa tutan ve dediklerini sansürlemeyen o kadınlar vardı.

Nasıl bir toplumda yaşıyoruz? Sizce geliştiğini iddia ettiğimiz toplumun geçmişten bir farkı var mı?

1800 ve 1900’lü yıllarda dünyada kadınları sansürleyen bir toplum vardı. Okuma yazma öğrenmelerinin yasak, bir konu hakkında yorum yapmalarının ayıp olduğu bir toplumdan bahsediyorum. İşte böyle bir dönemde özgürce kendi kelimelerini yayımlayamayan ama özgürlüklerinden dem vurmayıp mahlas kullanan kadın yazarlarımızdan bahsedeceğim.

Kadınlara uygun olan yaşamın evlerinden ibaret olan ve aktivitelerinin komşuları ile dedikodu yapmaktan ileriye gidemediği bir toplumda kimse kadınların neler düşündüklerini veya neler hissettiklerini merak etmemişti. Fakat bazı kadınlar için seslerini duyurmak ve içlerinde dolup taşan hayal güçlerini insanlara aktarmak hiç olmadığı kadar önemliydi. Bu uğurda tek yapabildikleri erkekleşen bir karakteri insanlara tanıtmaktı. Mahlaslarını erkek isimlerinden seçen bu kadınlar, toplumda yıllarca yer edinecek eserler bıraktılar. Bu eserler dönemin yapısını anlatırken kadınların bu toplumda nasıl bir yer edindiğini anlatan ve yaşadığımız dönemde bile hala anlamını yitirmeyen eserler oldu.

George Elliot ve Emily Bronte gibi kadın yazarlar bugün kitaplarını okumamız için kimliklerinden vazgeçen isimlerden sadece birkaçı. Yazdıkları eserlerin dünya edebiyatında edindikleri yer her dönemin gençlerine birer örnek teşkil edecek durumda.

Bazen bazı şeyler dönemin yapısına ters olsa da demek istediklerimizi söylemekte çekinmememiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü buna sahip olmaya hakkımız var.

Eski zamanda kadınları fiziksel bir sansürle sessizleştirmeye çalışan bir toplum varken ne yazık ki yaşadığımız bu toplumda getirilen yasalar bile kadınları fiziken sansürleyen bu toplumu durduramıyor. Dünyada günde 137 kadın öldürülüyor. Bu kadınların çoğunun aile fertleri tarafından öldürüldüğü söyleniyor. Bu kendini fiziken üstün gören kişilerin somut bir kazanç isteği sadece. Sizce bir insanın, kendi değerlerine uymadığı için başka bir insanın yaşamına son vermek istemesi onun yaşadığı gerçeğini sonlandırabilmiş midir?

Yaşamanın fiziksel güçten çok hayata katılan manevi ve soyut olaylarla sağlandığını düşündünüz mü? Hayat çoğu zaman asla unutulmayan şeyleri muhafaza etmeyi sever. Biz insanlar her ne kadar gördüklerimizin gerçekliğine inanmak istesek de hayatımızın çoğu kısmını kaplayan ve bizi yaşanır hale getiren olaylar hep soyut oluyor. Ve bir gün elimizde somut hiçbir şey kalmadığında o soyut olaylara tutunmaktan başka yapacağımız bir şey kalmıyor elimizde.

Bu yüzden biz kadınlar çoğu zaman hayata soyut bir şeyler bırakmayı ve manevi değeri hayatımızın en önemli noktasına koymayı öncelik biliyoruz. İnsanlar tarafından unutulmamak hatta dudaklarımız oynamasa bile asla susmadığımızı göstermek istiyoruz. Dönemin kadın yazarları da işte o sessiz yollardan birini bularak zamanda asla yok olmayan eserlerini bize bırakabildiler. Bazen sadece böyle bir şeye ihtiyacımız olabiliyor.

Eğer hem konuşmayan hem de hayalleri susmuş bir kadına rastlarsanız, onu kadınları sessizleştiren dünyadan koruyun. Onu hatırlayacağınız bir anı bırakın.