Lady In The Lake (1946)
Tamamı point of view ile çekilen bir film-noir.
Ana akım sinemada en önemli kaygılardan birinin salonları doldurmak olduğu hepimizin malumudur. Sinemanın geçmişine baktığımızda 'genellikle' bu kaygı özelinde hep bir arayış ve gelişim süreçleri olmuştur. Sinemanın şimdiki hâlini almasında bu arayışlar, iyi ya da kötü örnekleriyle büyük katkı sağladı.
Sinema yapımcıları, özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yeniden şaha kalkmak için yeni arayışlara girmiş. Bu arayışlardan biri de seyirciyi daha çok filme dahil etme üzerine kurulmuş. Dönemin yönetmenleri seyircileri daha aktif hâle getirmek için fikirler üretmiş. Aktif hâle gelen seyirci, karakterlerle daha rahat empati kurar ve filme daha fazla gişe yaptırır diye düşünmüş olmalılar.
Seyirci daha aktif hâle nasıl getirilir, nasıl yapımlar ortaya çıkmış diye araştırma yaparken bir film ile karşılaştım. Bir hayli de ilgimi çektiği için sizlere bu filmi tanıtmak istedim. Filmin 1946 yılında çekilmiş olması da merakımı bir miktar arttırdı.
Tamamı first person point of view (öznel çekim ya da birinci şahıs çekim) olan Lady In The Lake filmi.
Raymond Chandler'ın aynı adlı bir romanından, dönemin en sevilen türü olan klasik bir film-noir. Filmin yönetmenliğini ve 'başrolünü' Robert Montgomery üstlenmiş. Başrol kelimesini tırnak içine aldım çünkü filmde kendisini bir iki yer hariç görmeyeceğiz.
Filmin konusunu kısaca özetleyeyim ki yazının devamının bir anlamı olsun. Filmin başkahramanı Dedektif Marlove artık yaptığı işin, aldığı paraya değmediğini düşünmüş ve mesleği bırakma kararı almış. Yine de para kazanması gerekir değil mi? Bu yüzden yaşadığı olayları hikâyeleştirerek bir dergiye satmaya çalışır. Dergiden hızlı bir geri dönüş alır ve görüşmeye gider. Görüşmeye gittiğinde çağrılma nedeninin yazısı değil, patronun kaybolan eşi hakkında olduğu gerçeğini öğrenir. İstemeyerek de olsa bir şekilde ikna olur ve patronun eşini bulmaya çalışır. İş beklediğinden çok daha karmaşık çıkar.
Dönemi de düşündüğümüzde yönetmen Montgomery oldukça cesur ve riskli bir işe imza atmış. O zamana kadar sadece bazı filmlerin bazı sahnelerinde küçük örnekleri olan point of view kamera tekniğini tüm filme entegre etmek gerçekten cesaret isteyen bir iş.
Filmin tamamını Marlove'un gözünden izliyoruz. O ne görüyorsa onu görüyor, ne duyuyorsa onu duyuyoruz. Hikâyede bir bakıma dedektif biz oluyoruz yani. Zaten filmin afişinde de 'Siz ve Robert Montgomery beraber bir cinayet gizemini çözün!' yazması da niyeti açık açık dile getiriyor. Amaçlanan şey, seyirciyi başkahraman yapmak ve daha sağlam bir bağ kurdurtmak. Filmdeki gizemi çözmeye zorlamak.
Böyle bir yenilik ve değişik bir yapım bayağı bir ilgi çekmiştir değil mi? Gel gelelim hiç de öyle olmamış. Film gişede çakılmış.
Aslında film oldukça sıradışı ve güzel bir fikirle ortaya çıkmış. Düşündüğümüzde gerçekten de heyecan uyandıran bir yenilik. Teorik olarak da akla çok yatıyor.
Ama iş pratiğe dökülünce biraz bekleneni verememiş. Aslında film yaptığı bu yeniliğin kurbanı olmuş bile diyebiliriz. Ünlü film eleştirmeni James Monaco'ya göre filmin kullandığı bu teknik, filmi sıkıntı veren ve klostrofobik bir hale sokmuş. Filmde başrol olamıyorsunuz çünkü kararları o veriyor. Başrol ile doğru dürüst empati kuramıyorsunuz çünkü kendisini (mimiklerini, duygusal ifadelerini) göremiyorsunuz. Böyle sebeplerden ötürü film sadece gişede değil, eleştirmenler tarafından da çakılmış sizin anlayacağınız.
Her ne kadar böyle eleştiriler alsa da ben izlerken keyif aldım. Film, cesaretinden ve kaliteli bir film-noir hikayesinden ötürü saygımı kazandı. Değişik ve farklı bir yapım izlemek çoğu zaman keyiflidir.