Little Women
Kadınlık ve Özgürlük Üzerine Bir Roman
Louisa May Alcott’un klasikleşmiş bu romanı, sadece 19. yüzyıl Amerika’sındaki dört kız kardeşi anlatmıyor; aynı zamanda hayallerin, fedakarlığın ve ailenin değerini bize hatırlatıyor.
Romanın merkezinde March ailesi var. Anneleri Marmee’nin önderliğinde, dört kardeş – Meg, Jo, Beth ve Amy – Amerikan İç Savaşı’nın gölgesinde büyümeye çalışır. Her biri farklı karakterlere, hedeflere ve hayallere sahiptir. Meg aileyi bir arada tutmaya çalışırken, Jo bağımsız bir yazar olmak ister. Beth narin ve sessizdir, Amy ise sanatçı ruhuyla Paris’i hayal eder. Bu farklılıklar, karakterlerin derinliğini ve romanın çok yönlülüğünü artırır.
Jo’nun hikayesi, özellikle feminist bir bakış açısıyla bakıldığında birçok okuyucu için bir ilham kaynağıdır. Zamanının ötesinde bir kadın olarak kendi yolunu çizmek için mücadele eder. Kadınların sadece evlenip aile kurması gerektiği inancına karşı durur ve kendi ayakları üzerinde durmayı seçer. Onun kararlılığı, özellikle günümüzde hala güçlü bir mesaj taşır.
Romandaki kardeşlik teması ise belki de en dokunaklı yönüdür. March kardeşler zaman zaman kavga eder, yanlış kararlar alır ve birbirlerini kıskanır ama sonunda aile sevgisi her şeyin üstesinden gelir. Beth’in hastalığı ve kaybı gibi acı olaylar bile onların birbirine olan bağlılığını daha da güçlendirir.
Alcott, bu hikayeyi yazarken büyük ölçüde kendi hayatından ilham almıştır. Romanın zamansızlığı da buradan gelir. Herkes kendinden bir parça bulabilir; belki Jo’nun inatçılığında, belki Beth’in nezaketinde, belki de Amy’nin hayallerinde.
Eğer Little Women’ı henüz okumadıysanız ya da izlediğiniz filmlerle yetindiyseniz, bu hikayeye bir şans verin. Sade dili, samimi anlatımı ve dokunaklı olay örgüsüyle hem kalbinizi ısıtacak hem de sizi düşünmeye teşvik edecek.
March kardeşlerin dünyası, hayallerin, zorlukların ve aşkın iç içe geçtiği bir yolculuk sunuyor. Bu yolculuğa katılmak, insan olmanın karmaşık ama güzel yanlarını keşfetmek demek.