Kadının Adı Yok

Özgür bir kadın yaratmanın, hayat boyu süren sancılı mücadelesi var.


Özgür bir kadın yaratmanın, hayat boyu süren sancılı mücadelesini anlamak için tam bir başucu kitabı.

Ne zaman mücadeleden yorulsan, günlük hayatın zor kazanılmış sıradan yaşantısından sıkılsan, içinde bulunduğun durumun farkına bile varmadan sistemi en derinine kadar sindirmiş biri olsan ya da özgürlüğün kıymetini unutmuş olsan bile... Tazelenmek ve devam edebilmek için bu kitabı okumalı, dönüp yeniden hatırlamalı.

Sadece hemcinslerim değil, kadınların yaşadığı günlük engellerin farkında bile olmayan erkekler de bu kitabı biraz empati kurmak için okumalı.

Büyüttüm mü gözümde biraz?

Hayır, canım okuyucu.

Bu kitabın büyüklüğü, sadeliğinde saklı.

Duygu Asena'nın röportajlarında da söylediği gibi, aslında gözümüzün önünde duran, bizden konuları ele alıyor. Belki de sıradanlığı asıl büyülü olan. Hiçbir yazarın tenezzül etmediği o "sıradanlıkta" ne hikâyeler gizli aslında.

Her şey, bir kız çocuğunun dünyayı anlama çabasıyla başlıyor. Daha belki 10'lu yaşlarda başlıyor bu cinsiyet belası. O küçük kız çocuğunun, daha etrafı yeni tanımaya başlarken sistemi sorgulaması, cinsiyet ayrımını fark etmesi ve toplumun bu ayrımcı yapısına karşı erkek egemenliğinde ezilmemek için mücadele vermek zorunda kalması, ne acı aslında.

Birçoğumuz ise yaşadıklarımızın farkına bile varmayız.

Neden mi?

Çünkü yetiştiğimiz ortam, büyüdüğümüz sistem "normalimizdir". Fark etmeyiz. İşin doğası bu sanır ve sistemi farkında olmadan besleriz. İçimizdeki sıkıntının sebebini anlayamadan, zamanımızı tüketiriz.

Ben 26 yaşında genç bir kadın olarak bu kitabı okumaya başladığımda inanamadığım olaylarla karşılaştım. Çünkü büyürken "kız çocuğu" olmamın farkını bu kadar net hissettiren bir ailem olmadı. Neyse ki olmadı. Ancak bu tecrübelerle büyüyen o kadar çok kız kardeşim var ki...

Hikâyelerini bilmediğim, belki zaman zaman davranışlarına anlam veremediğim canım kız kardeşlerimin, 11 yaşında oyun oynamak isterken sırf "erkek" diye bir çocukla oynaması yasaklandığı için bugün kendini hangi konularda sınırladığını bilemem. Ben yaşamadım çünkü.

Hatırlıyorum da, ilkokul mezuniyetimizde bir kız arkadaşım erkek bir çocukla balo dansına kalkacak diye babası kıyameti koparmıştı. Çocuğun yüzündeki korkuyu hâlâ hatırlıyorum. Tek suçu, dans teklifinde bulunmaktı. 11 yaşında hem de.

Çocukluğun en güzel anılarını kabusa çeviren aileler… Her güzel anın katili insanlar…

Hiç düşündünüz mü?

Neden bir kadına böyle davranılır ki?

Neden kadın daha zayıf, korunması gereken bir varlık olsun ki?

Daha çocukken... En eğlenceli yıllarında neden eziyet ediyorsunuz?

Bu soruları düşünmek aklının ucundan dahi geçmemiş yetişkinlikler.

Kocaman insan oldunuz da hiç mi yetiştiremediniz kendinizi?

O zaman gerçekten yetişkin misiniz?

Yoksa yaş durumundan “yetişmiş” sosuna bulanıp kendinizi mi kandırıyorsunuz?

Kadınların bireysel kimliğini yok etmeye çalışan aileler yüzünden belki sosyal hayattan koparılmış, belki dişiyle tırnağıyla yeniden bir hayat inşa etmiş kız kardeşlerim…

Sizi şimdi çok daha iyi anlıyorum.

Bir hikâyeyi dinlerken üzülmek başka, hisleri tüm çıplaklığıyla yaşamak başka. İnsan çoğu zaman anlatmaz içindekini, sırlar hep kişinin içinde gizlidir ya. İşte bu kitapta, o hisleri tüm çıplaklığıyla duydum, gördüm, hissettim ve acı çektim aslında.

Çocukluktan yetişkinliğe uzanan tüm hikâyeyi görebilmek iyi geldi.

Düşündüm: Lisede okusam nasıl hissederdim? Neler değişirdi bakış açımda, hayatımda?

Duygu Asena, bu kitapta hayatından çok fazla yaşanmışlığa yer veriyor. Annesinin evdeki mutsuzluğu çarpıyor önce gözüne. Annesinin yaşantısı, Asena’yı kadının bağımsızlığı üzerine düşünmeye itiyor. Bu onu özel kılıyor çünkü kitap boyunca fark ediyorsunuz ki etrafındaki herkesi ve her şeyi en ince detayına kadar analiz ediyor. Sürekli düşünüyor, sorguluyor, çıkarımlar yapıyor.

Üniversiteye gitmesine gerçekte de kitapta olduğu gibi babası izin vermiyor. Ama o söke söke hakkını alıyor.

Hayatı boyunca asla boyun eğmiyor, kabullenmiyor, pes etmiyor.

Kimseye "tamam öyleyse" demiyor.

Evlilikte aldatma ve aldatılma konusunu kadın üzerinden, tabuları yıkan bir yerden ele almaktan çekinmiyor. Aldatan erkek olunca hayatına kolayca devam edebiliyor, neredeyse kahraman bile ilan ediliyor. Kadın olunca ise “kötü kadın” damgası yiyip bütün toplumu karşısına alıyor.

Asena bunu bizzat yaşamış. Kocasını, evli bir iş arkadaşıyla aldatmış ve dürüstçe bunu kocasına anlatıp boşanmak istemiş. Ancak iki kişi arasında kalması gereken bu mesele, iş yerinde duyulunca çalıştığı ulusal gazeteden çıkarılmış. Kadın olarak iş arkadaşlarından büyük tepki almış. Erkek arkadaşı ise toplum tarafından hiçbir sorumluluğun altına itilmemiş. Kariyeri zarar görmemiş.

Yani suç her zamanki gibi tek cinsiyete yüklenmiş.

Kitapta dile getirilmeyen ama sezdirilen başka gerçeklikler de var belki:

Erkek patronların asılması, bir kadının terfi etmesi durumunda hemen “patronla ilişkisi var” gibi söylentilerin yayılması, başarıların itibarsızlaştırılması…

Bunlar tanıdık hikâyeler.

Medya sektöründe ise hiç de uzak değil.

En iyisi tüm kitabı anlatmadan kendimi tutayım. Bazen kaptırıp gidiyorum.

Son diyeceğim o ki: Kitap, toplumun kadına biçtiği rollerin, sessiz kalmaların, bastırılmış öfkelerin, yaşanamamış çocuklukların ve yutulmuş hayallerin bir toplamı. Ben okurken hem kendimi hem çevremdeki kadınları düşündüm. Birbirimize ne kadar az anlatmışız, ne çok şeyi “normal” sanıp geçmişiz. Asena'nın kaleminden dökülen her satırda, aslında gözümüzün önünde olan ama hep göz ardı edilen bir gerçekle yüzleşiyoruz: Kadın olmak, hâlâ bir mücadele. Bu mücadeleyi anlamak için illa yaşamak gerekmiyor; dinlemek, okumak, hissetmek de yeter. Asena ise mücadelenin ve özgürlüğün en güzel örneklerinden biri.

Duygu Asena'nın kalemiyle tanışmak, sadece geçmişi anlamak değil, bugünü sorgulamak ve yarına dair başka bir ihtimali düşlemek. Her ne kadar geçmişte köşe yazılarının birinde dediği gibi:

"Yakında, nasıl -erkekçe- deniyorsa, kuvvetle ve üstüne basarak -kadınca- da denecek. Böyle düşünmeyen azınlık yalnız kalacak.

O günleri daha göremesek de mücadele ateşimiz her gün daha güçlü yanmaya devam ediyor. O yüzden “Kadının Adı Yok”, bir başucu kitabı olmanın ötesinde, vicdanın sesi gibi.

Hepimize hatırlatıyor: Göz yumduklarımızın bedelini birileri hâlâ ödüyor. Ve özgürlük, sadece bireysel değil; toplumsal bir mesele. O yüzden bu kitabı, hem kendim için hem kız kardeşlerim için hem de hâlâ anlamayanlar için okudum. Ve her sayfada bir kez daha karar verdim: Geri adım yok, sessizlik yok. Anlatmak, yazmak ve hatırlatmak var.


Dip not: "Aslında Aşk da Yok" devam kitabı, ilki kadar güzel. "Aslında Özgürsün" ise benim sıradaki kitabım... Ve daha pek çok kitabına göz atabilirsiniz.

burada ise kısa ve güzel bir biyografi bırakıyorum : https://www.youtube.com/watch?v=aXei4QKvrOY