Maria: Bu Film Size Opera Sanatını Sevdirecek
Haluk Bilginer'in de rol aldığı "Maria" filmini inceledim.
Haluk Bilginer’li “Maria” filmini sinemaya giderek seyrettim ve bu güzel film hakkında yorumlarımı paylaşıyorum.
Pablo Larrain’in Jackie(2016) ve Spencer(2021) filmlerinin yer aldığı üçlemesinin son halkası Maria filmi nihayet ülkemizde vizyona girdi. Angelina Jolie’nin ünlü opera sanatçısı Maria Callas’ı canlandırdığı filmde Haluk Bilginer Callas’ın sevgilisi ve kendisi gibi İzmir doğumlu olan Yunan armatör Aristotle Onassis karakterini canlandırıyor. Ayrıca Pierfrancesco Favino, Alba RohnWacher ve The Power of Dog filminden de hatırlayacağımız Avustralya’lı oyuncu Kodi Smit-McPhee filmin önemli oyuncularından. Spencer filminin de kaleme alan Steven Knight’ın senaristliğini üstlendiği filmin ilk olarak geçtiğimiz yılın Ağustos ayında Venedik Film Festivali’nde gösterildiğini ve En iyi Sinematografi dalında Oscar heykelciği için yarışacağını da belirtmek gerekiyor.
Filmin içeriğine dönersek…
Film Maria Callas’ın 16 Eylül 1977 tarihinde Paris’te ölümüne giden sürecin son bir haftasına odaklanıyor. Filmde bu süreç içerisinde depresyonda olan, kalp ve karaciğer yetmezliğiyle boğuşan Maria Callas’ın geçmişi, sevgilisi Onassis ve annesiyle olan anılarıyla olan iç hesaplaşmasını seyrediyoruz. Callas bu süreçte bir yandan geçmişiyle ilgili rüyalar görürken, diğer yandan da uyanık olduğu saatlerde sürekli olarak kendisiyle hayatı hakkında röportaj yapıldığı şeklinde halüsinasyonlar görüyor. Onassis’in Callas’ı aldatması ile birlikte Jackueline Kennedy ile ölümüne kadar olan evliliği ise bu filmi “Jackie” filmine bağlıyor. Filmin En İyi Sinematografi Oscar’ına aday olmasına neden olduğunu tahmin ettiğim sahneler arası değişik kamera tercihleri var. Filmin başlangıcındaki rüya sahnesi dahil olmak üzere geçmişi izlediğimiz bazı sahnelerde siyah beyaz kamera tercihi varken, Callas’ın halüsinasyon gördüğü sahnelerde adeta filmin içerisinde film izliyoruz havası yaratılmış. Kaldı ki bu sahneler tıpkı bir tiyatro oyunu gibi perdelere ayrılmış vaziyette. Haluk Bilginer’in filmin içerisindeki süresi de bir hayli fazla.
Filmde açılıştaki rüya sahnesinde başlayarak, son saniyeye kadar opera sanatının ihtişamına tanık oluyoruz. Filmin sanırım en beğendiğim yanı da bu. Şarkıların çok az bir kısmını Angelina Jolie’nin kendi sesinden dinliyoruz. Geri kalan eserler Maria Callas’ın kendi sesinden ve sanatçı Peter Illenyi’ye ait. Film gerek teknik, görsel ve hikayesel, gerekse de müzikal anlamda seyircisine eşsiz bir iki saat sunuyor. Filmde sürekli olarak yer alan Eyfel Kulesi Manzarasına da değinmesem olmazdı.
Sonuç olarak bu bağımsız film Dune, Mission İmpossible ya da buna benzer serilerdeki gibi yüksek tansiyon, macera ve aksiyon vaat etmese de, bizlere iki saatlik son derece başarılı bir drama sunuyor. Filmi bilhassa opera sanatına ilgi duyan okuyuculara şiddetle tavsiye ediyorum. Keyifli Seyirler.