Oscarların Biyografi Sevgisi
Oscar ödülleri neden gerçek kişilerin canlandırıldığı rolleri kurgudan daha çok seviyor?
Geçtiğimiz günlerde Oscar adayları açıklandığında bariz bir trend görmek mümkündü. 20 oyunculuk adaylığının sekizi gerçek insanları canlandıran oyunculara gitti: Prenses Diana (Kristen Stewart), Tammy Faye Bakker (Jessica Chastain), Richard Williams (Will Smith), Lucille Ball (Nicole Kidman), Desi Arnaz (Javier Bardem), ve William Frawley (J.K. Simmons), Jonathan Larson (Andrew Garfield).
Bu isimler birçok film ve televizyon izleyicisinin aşina olduğu isimler. Fakat üstün performanslarla dolu bir yılda akademinin adaylıkları esasen daha önce gördüğümüz performansları yeniden yaratan kişilerle doldurmuş olması dikkat çekici.
Ancak bu daha önce de gördüğümüz bir trend. Hollywood'da nasıl isimlerini duyurabileceklere dair bir fikri olmayan insanlar bile Oscar adaylığı almanın ve hatta kazanmanın yolunun ikonik isimleri canlandırmak olduğunu biliyorlar. Oscar kampanyacılarının oyuncuların rolü canlandırmak için ne kadar ileriye gittiklerini anlatmanın (örneğin Leonardo DiCaprio'nun The Revenant rolü için gerçekten bir aynın içinde uyumuş olması gibi) yanında en sevdikleri yöntemlerden biri bu. Geçtiğimiz yıllarda kategorinin içinde gerçek insanları canlandıran oyuncular çok olmasa bile her kim gerçek birini canlandırıyorsa adaylık alacağını ve hatta muhtemelen ödülü de kazanacağını bilirdiniz, bu rol oyuncunun en iyi performansı olmasa bile.
Gerçek bir kişiyi canlandırmanın iyi yanı bir kesinlik sağlıyor oluşu, oyuncunun performansını karşılaştırabileceğiniz bir kriterler dizisi sağlıyor. Aslında bir illüzyon olmasına rağmen, eğer ödülün kime verileceğine dair oy veren bir kişiyseniz fikrinizin yalnızca kişisel zevke dayalı olmadığı, arkasında somut gerekçelerin olması fikri de rahatlatıcı olmalı.
Diğer yandan bu tür rollerin belli bir yaşın üstündeki kadın oyucular için faklı bir değeri var. Yetenekli kadın oyuncuların yaşlandıkça rolleri azalıyor, otuzların başlarına kadar kariyerlerinde başarılı olabiliyorlar ancak ardından bir boşluk geliyor. Sonra da yalnızca karakter özelliklerinden birisi yaşlı olması olan rollerde yer bulabiliyorlar. Gerçek insanların canlandırılmasındaki iyi bir yön aslında orta yaşlı kadınlara daha fazla olanak sağlaması.
Philip Seymour Hoffman'ın Truman Capote rolü türün en başarılı örneklerinden birisi. Çünkü filmin hiçbir noktasında sanki bir taklit yapıyormuş gibi hissettirmiyor. Tam tersi canlandırdığı kişinin karakterini, ruhu demeli belki de, yansıtıyor. Bu tür rollerden istediğimiz de bu bence, sesini taklit etme ve görünüşünü benzetme gibi dışsal benzerliklerin ötesine geçebilme, kişinin karakterinin esansını yakalama. Bir oyuncunun herhangi bir senaryoya yaklaştığı gibi yaklaşmaları gerekli olan, çünkü var olan bir kişiyi canlandırma sürecinde halihazırda gerçek birisi söz konusu olduğu için oyuncunun sanki karakteri canlandırma işi gereksizleşmeliymiş gibi bir algı oluşabiliyor. Ancak filmin bağlamında, her ne kadar gerçek bir kişinin uyarlaması olsa da, bir karakterden bahsediyoruz, dolayısıyla oyuncunun hâlâ o kişiyi hayata geçirmesi gerekiyor. Hayata geçirme sırasında da kurgusal bir karakterde olduğu gibi alt metin, çekişme ve arzuları gibi temaları izleyiciye yansıtmaları önemli. Kısaca dışsal benzerliğin yanı sıra iyi bir oyunculuk ve senaryo yazımı hâlâ büyük önem taşımakta.
Oscar'ların neden bu tür rolleri bütün adaylıkların yüzde kırkını adayacak kadar çok sevdiğine gelirsek, bana kalırsa esasen oyunculuk gibi bir sanat dalını nasıl objektif olarak ölçeriz sorusu ile alakalı. Bu kişinin ödülü hak edecek kadar sıkı çalıştığını nasıl bilebiliriz? Gerçek kişi rolleri bu soruların diğerlerine nazaran daha kesin bir şekilde cevaplanabileceği bir denetim listesi sağlıyor.