Necip Fazıl Kısakürek, Cinnet Mustatili

“Sarayda gece… herkes uykuda… kimsenin nimetten haberi yok… Zindanda gece… herkes uykuda. kimsenin mihnetten haberi yok…”

Cinnet Mustatili, Necip Fazıl Kısakürek'in hapis yıllarını kaleme aldığı eseridir. Mustatil'in dikdörtgen simge atılmasıyla, başlıkta, tutuklu olduğu hapishane hücresini betimlediği düşünülebilir. Harika bir eklenti, harika bir zekanın kapısını arıyor. Necip Fazıl'ın, içinde bulunduğu Cinnet Mustatili adının kopyalandığı, belleğinin hızla çoğaldığı, giderek artan sayıda nöronun bulunduğu, ufacık bir hücrede tek başına bulunduğu noktadan sonra okunabildiği belirtildi. 17 Aralık sabahında şöyle bir kaleme yer verdi. “Bana kalırsa zindan adamının en acımasız anı sabahlayındır. Gözlerini açar açmaz idraktığın bir.. Eşya ve hadiseleri yerli yerine koymak için biraz hazırlık eğitimi şuuru, hemen kıvamını buluyor ve şu söz söylüyor. “-Uyandın! Mutluluk! Daha 9 ay, 7 gün var! Unutmak istiyorsan tekrar uyu!.”

Bu bölümün devamında, yaşadığınız halin ana prensiplerinden olan ruhsallıkla bağlantısı da bulunur. “Öyle ya; İçerilen, yayılan maddemizdir, ruhumuz değil ki… Burada maddelerimizle beraber ıstırap çeken ruhumuz, birine taalluğundan, ona mahkûmiyetinden çekiyor bu acıyı… Uyku da, ruh da basıp gidiyor. Sen burada istediğin kadar; bir kilit dinliyorum, bir duvarım yok, bir zincirim yok… Bir simge: Eyvah; "maddesel bir sefalet ve bir insanın kendi içinde tükenmesine yol açan bir durum, kalbin bir parçası olan bir canlının bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir cüce."

Metnin devamında Mevlana'nın “Sarayda gece… herkes uykuda… kimsenin nimetten haberi yok… Zindanda gece… herkes uykuda. kimsenin haberi yok…” sözlerine yer yer rastlanır. Mevlana'nın saadette de felakette de kimsenin hiçbir şeyden haberi yok duygularına gelen bu sözler ne kadar uygun kitap için…

Eserinde, hapishane kafasının tam ustalaşmasının defa açılımı, mahkûmluklarına da müdahale edildiği görülüyor. İlki 1943'te girdiğini belirterek, tutuklanma sebebinin askerken yazdığı siyasi bir yazı olduğunu ve hapsinin yalnızca bir gün sürdüğünü belirtir. İkincisi 1947'de “Türklük Hakaret” davasının kurucusu. Bu ifade "Şu anda, bölgeye göre yerel idarenin müdahalesini ve kanunun kurtulduğu davaya göre, tekrar teşekkür ederiz… Onun ilk aşaması" ifadesiyle anlatılır. 1950'de üçüncü Necip Fazıl'ın sözü, bir yazı bahanesinin söylendiği, davanın ikinci kısmındaki temyize bozdurulur bozdurulmaz, hapishanede işinin sağlandığını söyler. 1951'deki dördüncü tutuklanışı, bugünkü mahkûmiyetinin tutukluk dönemi olarak tanımlar. Kitapta okuduğumuz beşinci tutuklanışı da 1951'deki mahkûmiyetinin infazı olarak anlatılır. Cinnet Mustatili , bu yetenekli tutuklanışını anlatıyor.

İlk kez 1953 yılında yayınlanan bu kitap, beş bölümden oluşmaktadır. Her bölüm, Necip Fazıl'ın düşünsel yolculuğunda yeni bir adımı temsil eder. Ateşe Doğru bölümünde anlatılan İstanbul’da geçtiği belirtilen Kırk Günlük Hapishane Yevmiyesi, kitabın ilk bölümüdür. Günlük şeklinde kaleme alınan bu ilk bölüm, 12 Aralık 1952’de başlar ve 20 Ocak tarihinde sonlanır. İkinci bölüm, Ateşin Kenarı adlı Malatya’da geçen bölümdür. Üçüncü bölüm ise, Ateşin Merkezi olarak belirtilen Ankara adlı bölümdür. Her bölümde Cinnet Mustatili’ne bir adım daha yaklaşır Necip Fazıl

Kitabın içeriği hakkında dikkatimi çeken unsurlar şu şekilde: İlki daha metnin başındayken hapishaneyi nasıl tanımladığıdr: “İçinde unutulmuş insanların hayaletleri gezen bir orta çağ kalesi…”. Buradan Necip Fazıl’ın yaşadığı korku ve kaygı doğrultusunda fiziksel ve sosyo-mekânsal verileri, genellikle karamsar bir üslupla yorumladığını düşünebiliriz. Metinde Asri Malatya Cezaevi‟nden bahsederken “Size, mühendisvâri, zindanı çepeçevre, dışından ve içinden planlaştırarak anlatamayacağım; beni ruh haletimin yolundan ve adım adım gözüme çarpan şeylerden takip ediniz!...” der. Necip Fazıl'ın cezaevi güncesine verdiği Cinnet Müstatili başlığı,  bu bağlamda karanlık bir ruhsal deneyimle ifade etmekle beraber karanlık bir deneyime form ve mekân kazandırma girişimi olarak da okunabilir.

Sanatını, fikir ve idealleriyle birlikte yürüten birçok şair gibi o da hapse girmiştir. Cinnet Mustatili hapishanedeki anılarını ve bir dönem orada tuttuğu günlüğünü içermektedir. Eserden, hapiste olduğu süre boyunca metinler yazdığını ve şiir kitabının bir kısmını burada oluşturduğunu öğreniyoruz. Sadece yeni metinler yazmamış, önceki yazdıkları üstünde de yeniden düşünmüştür. Şiirlerinde çokça değişiklik yaptığı bilinen Necip Fazıl’ın, 8 Ocak 1953 tarihli notlarında buna yer verdiğini gördüm. “Burada şiir kitabımı derlemeye başladım. Ta 1923’ten beri yazdığım şiirleri topluyorum. İçlerinde bugünkü ruh kıvamına göre bana mayhoş gelen ne varsa düzeltiyor, olmazsa büsbütün fırlatıp atıyorum” söylemiyle karşılaşıyoruz. Şairlerin şiirlerinde değişiklik yapması normal bir durumdur ancak Necip Fazıl’da bu değiştirmeler daha fazladır. Sadece hapisteyken değil edebiyat hayatının birçok döneminde kendi şiirlerini gözden geçirmiştir diyebiliriz. Orhan Okay Hoca bu durumu, “Mısranın bir defada tesadüfen oluşmaması, aylarca, yıllarca bir mısra için düşünülmesi ve gerekli görülüyorsa değiştirilmesidir şeklinde açıklar.”

Necip Fazıl Kısakürek'in Cinnet Mustatili eserinin, düşünce dünyasına katkı vermek ve derin felsefi sorulara yanıt aramak isteyen herkesin okuması gerektiği kanaatindeyim.  Metnin dikkatimi çeken kısımların özellikle yalnızlık kavramı üzerine olduğunu belirtmeliyim. Necip Fazıl'ın, her ne kadar gelgitler yaşasa da, güçlü bir inanca sahip olduğundan dolayı, zorlandığı durumlarla nasıl başa çıkabildiğini okudum bu eserinde. Bir de her ne kadar içinden çıkması güç olan bir durumda olsak da, bazı ufak ümitlerin var olduğunu gördüm. Anlattıklarından bilmek ve o konuda emir almak amacıyla, bir sayfayı açarak hayra yormak olarak da bilinen tefeül çektiğini okuruz. Kur’an-ı Kerim’e soru sorduğu bu bölümdeki manevi yoğunluk ve tam umutsuzluğa kapılmışken hapishanenin yanı başındaki ilkokuldan gelen çocuk sesleri, bana, bir ağacın kesildikten sonra ufacık bir yerden yeşeren kök sürgününü hatırlattı.

Kitabı okurken, kendimi de sorumlu hissettiğim bir bölümle bitirmek istiyorum.

“-Gençler, hakiki gençler!.. Bu adam yolunuza fedadır. Eğer yetişmenizde; çeyrek asırdır zift çektikleri, zulmet sıvadıkları ruhunuzun nesçlerini aralayıp mukaddes kıvılcımın girmesine yol hazırlama işinde de küçük bir emeğim varsa, bunu ebediyet tapusu kadar kıymetli sayarım. Bu adam yolunuza fedadır ve siz mevcut oldukça bu topraklarda yaşanmaya değer bir hayat açılmasına ümitle bakılabilir. Gerisi hep kolay, hep basit: hapis, işkence, ölüm, açlık, sefalet, hakaret, hepsine dayanılabilir.”

Bu eserin, Üstad’ın mücadelesinin ne denli hakiki olduğunu kavrama ve çileli yolculuğunun her safhasını o döneme giderek kendi içimizde derin analizler yapma ve istifade edebilme fırsatı verdiğini düşünüyorum.