Painted Lady Efsanesi Üzerine Bir Yorumlama
Avatar: The Last Airbender çizgi dizisinde bahsi geçen "Boyalı Kadın" efsanesini yeniden kurgulayarak hikâyeleştirmek istedim.
Uzun yıllar önce göl yüzeylerinin ayna, sarmaşıkların gür saçlar, gökyüzünün yaldızlı bir battaniye olduğu kocaman bir diyarda küçük bir balıkçı kasabası kurulmuş. Bu kasabanın arkasında ucu bucağı görünmeyen yüksek kayalıklar uzanırmış. Bu kayalıklardan gürüldeyerek akan şelale kutsal sayılır, çevresini sarıp sarmalayan vahşi doğa ise tüm titizliğiyle korunmaya çalışılırmış. Kasaba halkı yatmadan önce sularının temiz kalması ve kötülüklerden uzak olması için hep dua edermiş. Bu köy zaman içerisinde diyarın en verimli topraklarına, en cesur adamlarına ve en güçlü kadınlarına ev sahipliği yapar hale gelmiş.
Gelgelelim, kasabanın kuzeyinde yer alan eski bir yerleşkenin lideri bu durumdan memnun değilmiş. Uzun yıllar boyunca genişçe bir alanın egemenliğini sağlayan bu lider kendinden başkasını umursamaz; paradan, unvanından ve şanından başka hiçbir şeyi düşünmezmiş. Ancak günler birbirini kovaladıkça, yıllar üst üstte devrilmeye başladıkça balıkçı köyünün kendi krallığı için bir tehdit oluşturmasından korkar olmuş ve bir gün, şafak sökmeye yakınken, tebaasıyla birlikte kasabaya bir baskın düzenlemeye karar vermiş. Huzur ve refah içerisinde yaşayan kasaba halkı ise neye uğradığını şaşırmış bir vaziyette evlerini, ekinlerini ve insanlarını korumak için canla başla mücadele etmiş. Fakat ne yazık ki kuzeyin lideri galip gelmiş ve kasabayı himayesi altına almış. O günden beri bu adam için çalışan balıkçı kasabası, zor günler geçiriyor ve çok yoruluyormuş çünkü kuzeyin yöneticisi hep daha fazlasını istiyor, asla doymak bilmiyormuş. Kış mevsiminin kapıya dayanmasıyla birlikte daha da güçlük çekmeye başlayan kasaba halkı, eski güzel günlerin geleceğini umut ediyor; bunun için tanrılarına dua edip duruyormuş. Kasabanın derme çatma kıyıya yakın evlerinden birinde yaşayan ailenin tek erkek çocuğu da, Ay’ın gökyüzünde bir fener gibi parladığı vakitte bulutları izleyerek duasını ediyorken, her akşam yatmadan önce annesinin kendisine anlattığı bir efsaneyi hatırlamış. Efsaneye göre, bir çağlayanın tam altında edilen kırk dua ve her dua için suya bırakılan bir karçiçeği ile o bölgenin güvenliği kırmızı boyalı bir kadının ruhu tarafından korunmaya başlarmış. Bu kadın, yüzyıllar önce kendi halkının özgürlüğünü sağlamak için mücadele eden ve bu yolda asla pes etmeyen güçlü bir savaşçıymış. Yanaklarına ve çenesine sürdüğü kırmızı boyasıyla ve her daim üzerinde olan kar beyazı elbisesiyle tanınırmış. Eşitliği savunur, haksızlığa gelemezmiş. Tüm hayatını halkı için çabalayarak ve iyi bir yönetici olmaya çalışarak geçirmiş. Yaş aldıkça idareyi çevresindeki insanlara bırakmış ve günü geldiğinde sessiz sedasız bir şekilde bu dünyadan ayrılmış. Buna karşın bölge halkı, boyalı kadının ruhunun bu diyardan asla silinmeyeceğine ve kendilerini korumaya devam edeceğine daima inanmış çünkü öyle asil bir insanmış ki, gücünün bu diyardan eksilmesi mümkün olamazmış. Boyalı kadın efsanesinin gerçek olduğuna tüm kalbiyle inanan bu erkek çocuğu da kırk gece boyunca ailesi, halkı ve toprakları için kutsal saydıkları şelalenin altına gidiyor ve boyalı kadına tüm içtenliğiyle dua edip duruyormuş. Her bir gece için yanında götürdüğü karçiçeklerini de büyük bir özenle suya yerleştiriyor, derdini ve yaşanılanları da bir bir suya anlatıyormuş.
Kırkıncı gecenin ertesi sabahında, kasabanın her bir zerresine yoğunca bir sis tabakası çökmüş. Göz gözü görmüyor, insanlar günlük işlerini yapamıyormuş. Kuzeyin lideri olanları duyunca köyü ziyaret etme kararı almış ve tebaasını da alarak yola koyulmuş. Köyün girişine vardığında havada asılı duran bu tabakanın varlığına inanamamış. Bunun kasaba halkının bir işi olduğunu düşünerek sinirlenmiş ve büyük bir hışımla köye dalmış. Ancak çok geçmeden sislerin içinden boyu göğe doğru metrelerce uzayan, üzerinde beyaz, kolları uca doğru bollaşan kaftanı ve şapkasına iliştirilmiş bir tül ile suratı seçilemeyen bir siluet belirmeye başlamış. Bunu gören kuzeyliler ne yapacağını şaşırmış ve oldukları yerde kalakalmış. Gördüklerini sindirmeye ve korkusuz görünmeye çalışan lider, öfkeli bir şekilde tebaasını uyarmış ve en ön safhada yerini alarak harekete geçmiş. Bunu takip eden birkaç saniyenin ardından büyük bir hava kütlesi onları acımasızca geri püskürtmüş ve metrelerce öteye taşımış. Peşi sıra uzaklardan geliyormuş gibi duyulan yankılı bir ses, suların yüzeyini titreştirecek bir güçle yükselmiş: “Bu toprakları terk edin ve sakın bir daha geri dönmeyin!” Bu hadisenin ardından kuzeyliler ve liderleri acele bir tavırla atlarına atlayarak, köyü terk etmiş ve bir daha asla kasaba halkını huzursuz edecek bir harekette bulunmamış. O günden sonra kasaba halkı, kırmızı boyalı kadının kim olduğunu öğrenmiş ve minnetlerini gösterebilmek adına karçiçeğini kutsal saymaya başlamış; her kış, çiçekleri saplarından nazikçe sökerek tek tek suya bırakmayı ve kırk gün boyunca şenlikler düzenlemeyi bir gelenek haline getirmiş. Köylerinin eski huzuruna kavuştuğunu gören erkek çocuğu ise, ne olursa olsun kasabasını düşmanlardan koruyacağına ve boyalı kadının izinden gideceğine dair yemin etmiş...