Peki ya Ben?
Küçük bir kız, minik bir öykü.
Sene 2014. Yaşım ise 10. İlkokul dördüncü sınıfa yeni geçtim. En sevdiğim şey, sabah okula gitmeden Disney Channel izlemek. Çikolataya bayılırım, bir de kantin tostuna. En sevdiğim renk pembe. Ve bir prenses olsaydım Tiana olmak isterdim çünkü onun nasıl yemek yapabilme yeteneği varsa, benim de bir yeteneğim var: Enstrüman çalmak.
Annem beni her hafta sonu balmumcuya götürüyor çünkü kursum orada. Gökhan Hoca ile gitar öğreniyorum. Annem yeniden çalışmaya başladı, hafta sonu da bizimle ilgileniyor. Yeniden diyorum çünkü biz üç kardeşiz ve en küçük kardeşim okula yeni başlayacak bu sene. Bu süre zarfında annem bizi yedirdi, içirdi, yatma saatimizi kaçırmamızı tembihledi ve uyumadan önce kitap okudu. Söylemeyi unuttum, annemden dinlemeyi en sevdiğim kitap, Tilda Elmaçekirdeği serisinin herhangi bir kitabı. Bana bir bardak süt ve tarçınlı bir kurabiye ikilisi kadar huzurlu hissettiriyor.
Müzik kulağımın herkesce iyi olduğu çok söylenmiş olmalı ki şu an küçük parmaklarım, o kalın tellere basıyor ve beynim notayı algılamaya çalışıyor. Mini bir konser olacakmış Kadıköy’de. Yıl sonu gösterisi de denebilir, kursun her yıl sonu düzenlediği bir etkinlik, asıl amaç kim ne öğrendiyse ailelere göstermek, gurur kaynağı yapabilmek ve çocuğu tatmin etmek. Ben yetenekliyim ve bir şeyler başarabiliyorum hissiyatı çok mühimmiş çünkü çocuk büyürken, aklı bir şeylere ermeye başlamışken.
Bu sene “Caddelerde Rüzgar” şarkısını ezberlemem gerekiyor. Ezber için de pratik yapmak. Ama ben istemiyorum ki. Yoruluyorum. Hem ödevlerim de var, matematik yapamıyorum, bu yüzden hep en sona bırakıyorum. Eve gidince de gitar çalışmak bana sıkıcı geliyor. Fakat yapmam lazım. Ödev yine bir nebze ama pratik şart. Annem çok uğraşıyor, beni getirip götürüyor, para veriyor bunu öğrenebilmem için. Babam da keza öyle. Yüz üstü bırakmış olmaz mıyım sıkılırsam? Kendime de yazık ederim, ne diye her hafta sonu evde Austin ve Ally izlemek varken erkenden kalkıp kahvaltımı yapıyorum, hazırlanıyorum ve gidiyorum, değil mi?
Bal rengi bir gitarım var, Yamaha marka. Çok güzel ama biraz büyük bana. Taşıyamıyorum. Kılıfı da çirkin. Pamukları gitarıma dolanıp akorduna düğümleniyor, sinir oluyorum. Ancak bugün bir farklı geldi bana. Eve dönerken arabaya bile taşıması beni üşendiren koca alet yanımda değil gibi, kuş kadar hafifim. Bugün çok iyi hissediyorum ama bir şeyler ters gibi. Ben neden gitarımı sabahtan beri görmedim?
Arabada unuttum belki de. Yok, getirmiştim eve. Hatırlayamıyorum. Annem de bir şey sormadan düşünsem iyi olur.
Nerede bıraktıysan ordadır aslında ama nereye bıraktım ki? Lütfen kaybetmemiş olayım, en gözde eşyam o. Benden kopup gittiğini hissediyorum o devasa enstrümanın, içten içe biliyorum sanki. Nereye gidecek canım, gözle görülür bir boyutu var. Elbet çarpardı gözüme bir yerlerde. İyi de ben neden rahatsız değilim bu durumdan? Sıkı düşün Naz, nerede olabilir veya bir yerde olabilir mi?
Düşünmek istemiyorum, bulmak da istemiyorum. Annemi üzmek hiç istemiyorum fakat ben ne olacağım?
Yenisi alınmaz belki gerçekten gitmişse kara deliğin birine, kursum da yarıda kesilir, hazırlanamam gösteriye.
Annem üzülür biraz, babam da boşver der. Tekrar kayıt olurum farklı bir kursa, bu sefer de piyanoya. Yetenek de benim, seçenek de. Hem matematik ödevime vakit kalır hem de televizyon izlemeye.
Yatma vaktim gelmiş bu arada, 20.30 olmuş saat. Bu gece hayatımın en huzurlu uykusunu çekeceğim galiba. Şimdi soruyorum sana, bir ton pamuk mi daha hafiftir yoksa bu minik zihnim mi?