PSİKOLOJİK DENEYLERİN KARANLIK YÜZÜ: KÜÇÜK ALBERT

Klasik koşullanmayı konu alan etik dışı bir deney.

Küçük Albert, annesinin sütannelik yaptığı hastanede geçirdiği hayatında uysal, sağlıklı ve mutlu bir bebekti.

1919 yılında psikolog John B. Watson ve öğrencisi Rosalie Rayner, Pavlov’un köpekler üstünde gerçekleştirdiği koşullanma deneyi gibi bir deneyle insanlar tarafından yanıt alınıp alınmayacağını anlamak üzere bir deney tasarladılar. Watson’ın bebeklerin yüksek seslere yönelik korkularının köpeklerin salya akıtmaları gibi bir refleks tepkisi olduğu yönünde bir teorisi vardı. Klasik koşullanmanın ilkelerine dayanarak korku uyandırmayan nesnelere ilişkin de korku tepkisi oluşturmak mümkün olmalıydı.

Watson ve Rayner, denek olarak Albert’i seçtiler. Albert’e ilk olarak beyaz bir sıçan, tavşan, köpek ve bunların yanında bir dizi nesne sunarak işe başladılar. Albert, gösterilen her şeyi eline almak istiyor ve hiç ağlamıyordu.

Bu aşamadan sonra Albert’in kafasının arkasında bir çelik çubuğa çekiçle vurarak yüksek ve ani bir ses çıkardılar. Notları ise aynen şöyleydi:

“Çocuk şiddetle ürktü, solunumu arttı ve kolları tipik bir biçimde yukarı kalktı. İkinci uyarımda da aynı şey oldu, ek olarak dudakları büzüldü ve titremeye başladı. Üçüncü uyarımda çocuk ani bir ağlama nöbetine girdi. Bu laboratuvarın yarattığı herhangi bir duygusal durumun Albert’in korkmasına veya ağlamasına yol açtığı ilk andı.”  

Ardından bir hayvana özel olarak da beyaz sıçana yönelik korkuyu hayvanın görsel sunumuyla eşzamanlı olarak çelik bir çubuğa vurarak koşullanmanın mümkün olup olmadığını ve bu koşullanmanın başka bir hayvana aktarıp aktaramayacaklarını sınamak istediler. Koşullu duygusal tepki şu şekilde gerçekleştirildi:

1) Beyaz sıçan aniden sepetten çıkarıldı ve Albert’e gösterildi. Albert sıçana sol eliyle dokunmak istedi, eli hayvana dokunur dokunmaz çubuğa vuruldu. Bebek irkildi ve öne düşerek yüzünü örtüye gömdü. Ancak ağlamadı.

2) Sağ eli sıçana dokununca çubuğa tekrar vuruldu. Bebek tekrar irkildi, öne düştü ve mızmızlanmaya başladı.

Albert’e sıçanı göstererek demir çubuğa üç kez daha vurdular. Bu aşamada Albert sadece sıçanı gördüğü anda mızmızlanmaya başladı. Sonrasında sıçan ve gürültüyü birlikte sundukları iki uygulama daha yaptılar ve sonuçta bebek sıçan tek başına gösterildiği anda ağlamaya başladı. Böylece gürültüye verilen koşulsuz tepki, sıçana verilen koşullu tepkiye dönüşmüş oldu.

Birkaç gün sonra Albert sıçandan hala korkuyordu ama bunun dışında mutlu ve güleçti. Watson ve Rayner, Albert’in sıçana olan tepkisinin diğer tüm tüylü hayvanlarda genellenip genellenmediğini görmek için ona bir tavşan göstererek deneye devam ettiler. Hayvandan mümkün olduğunca uzak durdu ve gözyaşlarına boğuldu. Köpeğin görüntüsü onu daha az korkuttu ama yine de ağladı. Pamuk parçalarından dahi rahatsız oluyordu.

Araştırmacılar, çocuğu köpek ve sıçana karşı koşullanmayı hayvanlar ona yaklaşır yaklaşmaz gürültü çıkararak sürdürdüler. Bu deneyimlerden bir ay sonra Albert, sıçan ve köpeğe karşı korku tepkisi vermeye devam ediyor ve tavşanlardan da rahatsız oluyordu. Bunun dışında koşullanmanın etkileri genişledi ve Albert beş gün sonra sadece sıçana değil ona benzeyen tüylü ve beyaz şeylere de tepki vermiştir.

Bu deney o yıllarda oldukça tartışmalı kabul edilerek hem sonuçların geçerliliği hem de ahlaki açıdan çokça eleştirildi. Bu tür deneylere bugün asla izin verilmez, bunu belirtmeye gerek bile yok. Ayrıca Albert’in annesinin bu deneyler için yazılı izni olup olmadığı konusu da şüpheli. Küçük Albert’in tüylü şeylerden yaşamının devamında da korkup korkmadığını bilemiyoruz çünkü kendisi 6 yaşında vefat etti.