Rutinin Verdiği Acının Pansumanı: Perfect Days
Wim Wenders'ın yönetmenliğini üstlendiği filmin pansumana eş değer olması ile ilgili düşüncelerim.
23 Mayıs 2023'te vizyona giren Almanya ve Japonya ortak yapımı film Perfect Days, Tokyo'da umumi tuvalet temizleyicisi olan Hirayama'nın rutin yaşamını konu almasıyla izlemekten bir süredir kaçındığım filmler arasındaydı. Fazlasıyla sıradan bir konuya sahip olduğunu düşündüğüm filmin bana pek de özel bir hissiyat vermeyeceğini var saydığım için neredeyse bir senedir izleme listemde bekletip duruyordum. Halbuki Perfect Days, Hirayama'nın tekdüze hayatını konu almanın yanı sıra rutinin verdiği acıya küçük detayların güzelliğiyle pansuman yapılması gerektiğini anlatmak istiyormuş. Bu nedenle film üzerine biraz konuşmam gerektiğini düşünüyorum.
Tokyo'da, yani dünyanın en bireysel ve yalnız şehirlerinden birinde, bir tuvalet temizleyicisi olduğunuzu düşünün. Sabahın ilk saatlerinden akşam olana kadar, sırasıyla şehirdeki umumi tuvaletleri temizleyip bir öğle molasından başka boş bir zamana sahip olmadığınızı, hatta öğle aralarında bile ancak bir sandviç yiyecek vaktinizin olduğunu hayal edin. Ne kadar boğucu bir hayat, değil mi? Bunun yanında küçücük, tek kişilik bir evde yaşıyor olduğunuz ve hayatınızda başka bir insana pek de yer olmadığı gerçeği eklenince Hirayama'nın yalnızlığı Perfect Days'in kurgusunda gözümüze çarpan ilk şey oluyor.
Düşük maaşlı, pis bir işin ve yalnızlığın beni tahmin bile edemeyeceğim büyüklükte bir buhrana sürükleyeceğini düşünerek izlemeye devam ettiğim hikaye, Hirayama'nın aslında ne kadar mutlu bir karakter olduğunu fark etmemle ilginç bir noktaya vardı. Benim için böylesine yalnız bir yaşamda, küçük mutlulukları fark etmek oldukça imkansız gözüküyor çünkü doğrusunu söylemek gerekirse hayata dair beslediğim bütün endişelerin gerçek olduğu bir senaryoda nasıl mutlu olabileceğimi bilmiyorum.
Ancak Hirayama'nın kısacık öğle arasında bile her gün aynı ormana gidip ağaçları seyredişini, analog kamerasıyla anı yakalayışını, akşam saatlerinde küçücük bir ışığın altında kitap okuyuşunu ve en önemlisi, karşılaştığı herkese büyük bir iyi niyetle yaklaşmasınu izledikçe, film beni mutluluğun gerçek tanımını düşünmeye zorladı.
Sahi, mutluluk sadece iyi bir iş ve saygınlık mı demekti? Yoksa insanın öz benliğini tatmin etmeye çalışması mıydı? Bunun cevabını hala düşünüyorum. Belki de mutluluk, öncelikle acının her yerde olduğunu bilmekle başlıyordu. Her yere dağılmış acının içindeki küçük detaylarla birlikte farklı bir boyut kazanıyor da olabilir. Mutluluğun tanımından yola çıktığımda, Hirayama'nın analog kamerasıyla çektiği fotoğraflarda ışığı daima gölgelerin arasından izlediğimizi fark ettim ve bu bana biraz önce bahsettiğim, her yere dağılmış acıları anımsattı. Acıların ve üzüntünün yoğunluğuna rağmen aradan sıyrılan, bir ışık huzmesi gibi parıldayan gerçeklik mutluluğun doğru tanımıdır belki de...
Filmin geri kalanından ve rutinin akışını bozan birkaç olaydan bahsedip spoiler vermek istemiyorum, fakat Perfect Days insana rutin bir hayatın aslında ne denli acı verici olduğunu ve buna nasıl dayanılabileceğini gösteriyor diyebilirim. Her güne aynı pozitiflikle bakmak mümkün değil, ancak bizi devam etmeye iten şey ilk etapta acı verici bir hayatın içinde olduğumuzu bilmek ve bunu kabullenmek. Bu nedenle Perfect Days, rutinin verdiği acının bir pansumanı adeta.
Komerabi: Gölgelerden süzen ışık
Filmin yönetmeni Wim Wenders, bizlere veda ederken filmde devamlı gördüğümüz ve benim acıya benzettiğim gölgeleri bir anlama kavuşturuyor. Komerabi, gölgelerden süzülen ışığın yalnızca bir kez yakalayabileceğiniz yansımasını anlatan Japonca bir kelime. Bir saniyelik bir yansıma bile olsa görülmeye değer, ve engelleri aşmış bir güzellik.