Sanal Dünya'da Gerçek Kalabilmek

Dünyayı Cepte Taşımak! Kemal Sayar'ın penceresinden...

Çok can alıcı bir soru ile yine sizler için buradayım.

Keyifle…

Bu sefer günümüz dünyasının çok popüler bir konusunu gündeme getirmek istiyorum.

Geçenlerde bana çok yararı dokunan birkaç seminer ile yeni bakış açıları kazanma şansı yakaladım. Birkaç tanesini buraya da aktarmak için sabırsızlanarak ilk olarak "Dünyayı Cepte Taşımak" adlı bu konu ile başlamak istedim. 

Başlama sebeplerimden birisi Kemal Sayar ile bu seminerden önce tanışmışlığım vardı. Fiziksel değil, kendisiyle yüz yüze tanışma fırsatını hali hazırda yakalabilmiş değilim fakat kitaplarıyla çoktandır tanışıyorum. 

Yavaşla” adlı bir eserini okumuştum. Tam da o dönemde ihtiyacım olan kelimeydi sanırım. Kendisi psikiyatrist ve yazar olarak ve de benim gözlemlerime dayanarak, son zamanlarda -özellikle pandemiden bu yana- sanal dünya hakkında eserler kaleme alıyor. Bu aslında daha elle tutulur geliyor bana. Çünkü her dakikamızı -hatta saniyemizi bile diyebiliriz- ayırdığımız güncel bir konuyu tartışıyor olacağız.

 Seminere gelecek olursam; 

"Hepimiz bir ağ vatandaşıyız." diyerek söze başladı Kemal Sayar.

Bu literatürümüze yeni eklenen bir kelime,hatta ingilizcesi ile Netcitisen/netcitizenship (Net+citizen) olarakta ifade edebiliriz.

Artık sadece dünya vatandaşlığına sahip olmak bizi şanslı ya da güncel kılmıyor. Aynı zamanda var olabilmek için daha doğrusu var olduğumuzu gösterebilmek için sosyal bir kimliğe de (social ID) ihtiyacımız var. Görmek,görünmek yüzyılımızın en büyük ihtiyacı. Bu sebeplerle beğenilere muhtacız ve hatta günden güne daha da çok muhtaç olmaya devam ediyoruz.

"Görünüyorum, o hâlde varım!"

Bu beğeniler ve paylaşımlar bizim hakikat algımızda bile bir değişim yaratıyor. Güncel olabilecek bir örnekle açıklayacak olursak; Sırf attığınız bir tweetin toplumun algısına ters düşmesiyle işinizden bile olabilirsiniz. Oysaki siz orada yazılan fikrin doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışmadan sadece 'özgürce' fikrinizi paylaşmıştınız.

Ya da...

Mahkemede yargılanmak üzere tutuklanan bir suçluyu halk,sosyal medya üzerinden kurduğu yüksek etkileşim ile kurtarabilir. Burada da yine yapılan davranışın doğruluğunu ya da tartışmıyoruz. Burada yeni oluşan ve hızlı aynı zamanda da güçlü bir örgütlenmeden bahsediyoruz. Atılan en ufak bir mesaj sizi göklere çıkarabildiği gibi,yerden yere de vurabilir.

Yani artık:

mahkeme salonu=sanal âlem,
sanık=kullanıcı,
yargıç=diğer sosyal medya kullanıcıları

Sanki onlarsız daha önce ne yapıyormuşuz? Nasıl bir hayatımız varmış? Dedirtircesine bizi içine çeken sosyal medya hemen hemen 15-17 yıldır hayatımızda varlığını sürdürüyor oluşunu unutmamalıyız.

Evet, reddedilemeyecek ölçüde olumlu katkıları olduğunu da görmezden gelemeyiz. Hele ki milenyum çocuğu olarak ben... Gözümü açtığım andan kapadığım an da dahil durmadan güncellenen bir alış var. Sanki vardiya sistemi gibi. Şu an bizler mesaimizi tamamlıyoruz, biz günü bitirmeye hazırlanırken bayrağı bizden devralan, dünyanın bir diğer yarısı iş başına geçecek.
Her şeyden haberdarız. Görüyoruz,okuyoruz, konuşuyoruz, paylaşıyoruz. Hem de bunları bedavaya yapıyoruz. Karşılığında hiçbir şey ödemeden. Hatta ve hatta bunu meslek haline getirip üstüne para da kazanabiliyoruz. Yine "bedavaya" (!)

Bu "bedava" kelimesine dikkat çekmek istedim. Çünkü hâlâ daha öyle sananlar varsa yanıldıklarını söyleyelim. Maalesef ki bu hayatta hiçbir iyilik -ya da iyilik olarak sunulan şey- karşılıksız değil! Olmayacak da...

Maalesef insanoğlunun ahlâkı paranın kokusunu alana kadar.


YENİ DÖNEMİN (KAPİTALİZMİN),YENİ DİNİ: PARA

Bizden para almıyorlar fakat, bizim tüm kişisel bilgilerimize sahip olarak bizi bir ürün haline getiriyorlar. Ücretsiz bir uygulama indirdiğinizde o "tık tık" hemen "kabul et, kabul et" dediğiniz bildirimler sayesinde sizi, sizden daha iyi tanıyor hale geliyorlar.

"Bizi teşvik eden, ayartan dost çehreli iktidar (güç), tehdit edenden daha tehlikelidir."

Amaç; bizleri o dünyanın içinde mümkün olduğunca tutabilmek. Ne kadar maruz kalırsak o kadar kazançlılar.

Çok şeytanice bir itham ile anlattım farkındayım fakat dikkat çekmek istediğim soru şu:

Bizler bu yenilikler ile birçok şeyi çok daha kolay elde edebiliyoruz. Hayatlarımız gün geçtikçe daha da kolaylaşıyor. Seslerimizi duyurabileceğimiz çok geniş bir alanımız var. FAKAT

Bu sahip olduğumuz şey bizlere

Refah ve özgürlük mü?

yoksa

Gözetleme ve kölelik mi?

getiriyor?


Bu ne demek diyecekseniz; sevdiğiniz biriyle kafede oturduğunuzu zihninizde canlandırın. Biraz sohbet edip bir taraftan da cep telefonunuzla sosyal medyada gezindiğinizi gözünüzün önüne getirin.

İşte tam bu noktada aslında sevdiğiniz biriyle kafede oturuyorsunuz, konumunuz belli. Fakat bir yandan da tüm dünyanın içine aldığı başka bir âlemde, çok farklı bir yerdeki gündemden haberdar oluyorsunuz.

Yani hem her yerdesiniz, hem de hiçbir yerde.

Bu durumun olumsuz bir tarafı da herhangi bir odağa sahip olamadığınız için verimli bir zaman geçirmiş olamıyorsunuz. Victor Frankl'ın var olabilmek, anlam kazanabilmek için insanın 4 temele ihtiyacı olduğunu söyler.

Bunlar;

•Ait olmak

•Bir amaca sahip olmak

•Hikaye oluşturmak

•Aşkınlık

Yani bir yere ait olup,olduğumuz yerde kendimiz için,bir amaç uğruna hikayemizi oluşturacağız.

Sanal dünyada gerçek kalabilmenin koşulu bu'dur bana göre.

Teknoloji,tarih boyunca hep korkulan bir şey olmuştur. Toplumda 'Acaba toplumdaki/ahalideki düzen bozulur mu?' paniği yaşanmıştır. Çünkü her yeni bir şey uzakta olan başka biriyle yeni bağlar kurdursa da yakınındakiyle olan bağlarını çözmeye başlar. Sen fark etmezsin, ta kii yalnızlaştığını ve başkasına ihtiyacın kalmadığını düşünene kadar.

"Roseto Etkisi" denilen bir kavram var. Araştırmacılar, ABD'deki İtalyan kasabasında bir araştırma yapıyorlar ve fark ediyorlar ki insanlar birbirlerinden uzaklaştıkça,yalnızlıkla birlikte kalp rahatsızlıkları daha da ortaya çıkıyor. Yani sadece mental olarak değil,fiziki olarakta kendimize zarar veriyoruz. Birbakıma zaten bunların ikisi de bir bütün.

İnsanoğlu sahip olduğu her ses getiren "büyüklüğe" tapma ve onu bir an önce sömürme isteğinden vazgeçmeli. Vazgeçmediği her an onu yeni bir bağımlılığa hazırlıyor.

Yenilikler ve gelişmelerle psikoloji camiasında da literatüre yeni kelimeler eklenmeye devam ediyor ve günümüzün "Netflix Etkisi" de buna dahil. Oyalanma ve hıza karşı koyamamakla insan, cebindeki dünyada kaybolup gidiyor.

Teknoloji her bir yeniliğiyle kendinden öncekini ezip geçer ve unutturur. Şu anda da sahip olduğumuz şeyi bizlere unutturmak adına bir üstüne çalışılıyor. Ne olacağını,nasıl bir şey olacağını henüz bilmiyoruz. Sadece söylentiler ile az da olsa merakımızı hem götürüyoruz hem de tazeliyoruz. Burada seminerde Kemal Sayar'ın bolca yaptığı gibi bir hatırlatma yapmakta fayda var. "Elindekini kimse sana kullanma demiyor,sadece sanal dünyan ile yaşadığın dünya arasında bir köprü kurabilmeyi öğren. Sevdiklerine sarılmayı onların gözlerinin içine bakmayı unutma!"

Bunu Biliyor Muydunuz?

Araştırmacılara göre beynimiz,toplamda 150 kişiyi hatırlama kapasitesine sahipmiş. Bu 150 kişilik kapasitenin 5'i merkezde, 15'i ise destek olarak hemen arkasında bulunuyormuş. Yani hâl böyle olunca - eğer ki hiçbir maddi çıkar bulunmadığı sürece- bu

"Beğendim kapitalizmine" (Byung-Chul Han) bağımlı olmak ne kadar anlamlı?

Sözlerimi Apple CEO'su Tim Cook'tan bir alıntı ile sonlandırayım.

Bir saate ne kadar çok şey sığdırılabilirse, o kadar çok şey sığdırılmış bir seminer geçirdim ve alabildiklerim kadarını buraya da aktarabilmek istedim.

Buraya kadar gelip okuduğunuz için sonsuz teşekkürler...