Sex and the City’nin en sarsıcı 2 sahnesi
Yoğun spoiler uyarısı!
90’lara damgasını vurmuş ikonik dizilerden Sex and the City’nin bazı sahnelerini ele almak istiyorum bu yazımda.
İlk sarsıcı sahnemiz Natasha’nın Carry’den özür dilediği sahne. Baş karakterimiz Carry olmasına ve tüm olan biteni onun perspektifinden izlememize rağmen tüm show boyunca, Mr. Big’le yaşadığı kaçamakla birçoğumuzun gözünden düştüğünü söyleyebiliriz sanırım. Ahlakçı bir yerden ele almak istemem ama en yakın arkadaşları bile onu bu konuda desteklememişti ve yaptığı şeyin savunulur bir yanı olmamakla birlikte çevresindeki birçok insanın hayatını etkilediğini söyleyebiliriz. Tabii bu olayların tek sorumlusu Carrie değildi ama bahsedeceğim sahnede sadece Carrie yer aldığı için onun yaptıklarını vurgulayacağımı söylemem gerekir. Devam edelim, üstüne vicdanını rahatlatırcasına illa Natasha’dan özür dilemek istemesi ve bunu, uğradığı küçük soygunla çok sevdiği ayakkabılarının çalınmasıyla fark etmesi de karma borcunu ödemek istemesinin asıl amaç olduğunu ve bunun da bencil bir amaca hizmet ettiğini kanıtlar nitelikte olduğunu da söyleyebiliriz. Sonrasında bir şekilde Natasha’yla yüz yüze geldikten sonra özür dilemeye çalışması. İşte en sarsıcı kısım geliyor.
Natasha’nın aldatılan kadın o olduğu için, evinde kocasıyla yaptığı kaçamaktan sonra Carrie’nin nasılsa evde değil diyerek oyalanması ve Natasha’nın onu basmasıyla evden kaçarken Natasha’nın merdivenlerden düşüp dişini kırdığı için özür dilemesi, tüm bu olanlardan ve şu an karşısında oturduğu için öğle yemeğini mahvetmesinden bile özür dilemesi bence kesinlikle en sarsıcı sahnelerden biriydi. Tokat atmadan nasıl tokat atarsın, tek kelime hakaret etmeden ve zarafetini bozmadan nasıl can yakarsın derseniz işte bu sahnede Natasha en iyi örnektir. İzledikten sonra Carrie ile birlikte tokat yemişiz gibi izlemeye devam ediyoruz devamını ve sanki masadan utanmış ve pişman olmuş şekilde çekip gidiyoruz biz de sanki.
O zaman geldik ikinci sahnemize.
Carrie’nin Rus ressam Petrovskie’den yediği tokat (bu sahnedeki ironi değil maalesef). Sen NY’dan kalk gel Paris’e. Bir adam için, sevdiğin adam için. O da işleriyle uğraşmaktan vakit ayıramasın üstüne sen bunun hakkında konuşmak istediğinde de gelmeseydin seni zorlamadım’a getirsin. Konuşmaya devam edince de elinin tersiyle bi tane patlatsın. O hayal kırıklığı, kendine duyduğun öfke, öz saygının sarsılması ve hiçlik. Bu da yine şaşırarak ve sarsılarak izlediğim diğer bir sahne olmuştu kesinlikle. Sonuçta, Carrie orta yaşlarına gelmiş, aklı başında ve özgür bir kadındı ve bu kararı kendisi isteyerek vermişti. Ama ikinci plana atılacağından ve New York’taki hayatından ve Big’ten kurtulmak isterken ait olmadığı bir hayata başlayacağından habersiz. Kültürel backgroundlarını, hayattaki hedeflerini, yaş farkını umursamadan kendini az tanıdığı bir adamın peşinden sürüklenmesinin ardından yaşadığı ceza niteliğindeki hisler. We so feel u Carrie olduğumuz o sahne özetle.
Bu iki sahne bana kalırsa en sarsıcı ve sorgulatıcı olanlardı. Peki sizin aklınıza hangi sahneler geliyor? Yorumlara yazarsanız çok mutlu olurum çünkü merak ediyorum. Diğer yazılarımda görüşmek üzere…