Şeytanın Çırağı - Şiro Hamao

Japon klasiklerinden biri olan "Şeytanın Çırağı"

"Sayın Savcı Tsuchida, bir katil zanlısı olarak burada tutuluyorum. Fakat belki de aslında katil ben değilim. Evet. Belki. Böyle söylemek zorunda kaldığım için üzgünüm."

Japon polisiyesinin temellerini atan yazarlardan biri olan ve Japonya'nın en ünlü polisiye yazarı Edogava Ranpo'yu da etkileyen Şiro Hamao, Şeytanın Çırağı'ndaki iki kısa romanda iki farklı cinayetin portresini tüyler ürpertecek şekilde çiziyor.

İlk kısa roman "Şeytanın Çırağı"nda, yazdığı günlük yüzünden genç bir kadının ölümünden sorumlu tutulan anlatıcı, davanın savcısına gönderdiği sarsıcı mektupta hem başka suçları için günah çıkarıyor hem de yaptıkları için çocukluk arkadaşı olan savcıyı suçluyor. İkinci kısa roman "Onları Öldürdü mü?"de genç bir avukat, herkes tarafından cinayeti işlediğine kesin gözüyle bakılan ve suçunu kabul de eden bir adamın masum olma ihtimalinin peşinden gidiyor.”


Japon edebiyatını ve Japon klasiklerini uzun zamandır merak ediyordum; bu kitap ile merakımı biraz olsun giderme şansı buldum. Kitabın tanıtım yazısını yukarıda görüyorsunuz, okuduğunuzda içinizde bir merak duygusu, “masum olma ihtimalinin” ne kadar ileri boyutlara taşınabileceği gibi fikirler sizi etkisi altına alıyor.


Kitapta iki farklı polisiye hikayesi var, ikisinin tek ortak noktası sonlarının beklenmedik şekillerde bitmesi. İlk izlenim olarak önerir miyim diye sorarsanız, boş bir zamanınızda kafa dağıtmak için okuyabilirsiniz. Kısa, hızlı okunan türden basit anlatımlı hikayeler içeren bir kitap olduğu için okunabilir diye düşünüyorum.


Hikayelerin içeriğine değinecek olursak, ilk hikaye genç yaşta uyku sorunları yaşayan ve kötü bir adam tarafından yanlış yönlendirilen bir kişinin hayatını anlatıyor. 


İlk başta yaşadığı dolu dizgin aşk, sonrasında terk edilmenin yarattığı travmaların bünyesindeki etkisi, bir yandan kötü adamın verdiği uyku ilaçları ve cinayet temalı kitaplar ile gencin psikolojisinin bozulması… Bütün olumsuzlukları bir arada içeren, karanlık ama insanın merak duygusunu iliklerine kadar yaşadığı bir anlatım ile devam ediyor.


Eizō Shimamura, ortaokulda Japonya’daki bir yatılı okula verilmiştir, orada geceleri uyku problemi çektiği için sürekli okulun bahçesinde yürüyüş yapmaya başlamıştır. Bu yürüyüşler sırasında, kendisinden 2 yaş büyük Hachirō Tsuchido ile tanışmış ve iki genç uyku problemlerinden konuşmaya başlayarak yakınlaşmıştır. Aralarında diğer insanlardan farklı bir uyum ve anlaşma gözlenmeye başlanmıştır. (Shimamura’nın anlattığına göre vücudu ve ruhu tamamen Tsuchido’ya aitmiş ve bu onu şeytanın çırağı yapan nedenlerden biriymiş.) Çünkü Tsuchido, hem ona uyku ilaçları veriyormuş, hem ona psikolojisini bozan korkunç kitaplar okutuyormuş hem de psikolojisini bozacak şeyler anlatarak onu kendine bağlıyormuş. Kendine zayıf bir kurban bulmanın rahatlığıyla içindeki “şeytanlığın” bir kısmını bu masum gence aktararak onu kendinin yani şeytanın çırağı haline getiriyormuş. 


Yani kitapta hem fiziksel hem de psikolojik taciz örneklerini görmekteyiz. 


Tsuchido, okuldan mezun olduktan sonra ise Shimamura’nın hayatında kocaman bir boşluk oluşmuştur. Zamanla toksik kişinin gitmesi ile birlikte kendisinin gerçekten neler sevmeye başladığını fark edip İshihara adında genç bir kıza aşık olmuştur. Şans, burada da onunla birlikte ilerleyememiştir ve güzel kız başka bir adam ile evlenmiştir. Böylelikle Shimamura iyice kötüleşmiştir ve okuldan atılmıştır, ve bir kafede çalışmaya başlamıştır. Onun hayatı bu kadar kötüleşirken arkadaşlarının hayatları oldukça iyi ilerlemektedir. Hepsinin başarılarını duymaktan sıkılan ve kendi kendini yiyip bitiren gencimiz kafede tanıştığı ama asla aşık olmadığı Tsuyaka ile evlenmiştir. Kız dünyanın en saf niyetli, en iyi kalpli insanıdır. Shimamura’nın yaptığı bütün kötülüklere sessiz kalmış, her zaman kocasını düşünmüş ve her zaman sırf o mutlu olsun diye acı çekmeye katlanmıştır. Kocası eve başka kadınları getirdiğinde bile hiçbir şey yapmamış, hatta zaman geçip kocası, evlendiği kişi ölmüş olan İshihara’ya döndüğünde, geceleri onun yanına gittiğinde bile sessizce kabullenmiştir. 


Bu kadının davranışları bana çok farklı gelmedi aslında. Türk kültüründe de ekonomik özgürlüğü olmayan kadınların benzer tutumlar sergilediği olayları görmemiz mümkün. Günümüzde Japonlar ne kadar modern ve gelişmiş bir yapıda olsalar da klasiklerinden anlayabileceğimiz üzere kadınlar her zaman bu kadar değerli görülmüyormuş. 


Hikayenin devamında, Shimamura akıl sağlığını iyice kaybetmiştir. Sürekli uyku ilaçların dozunu arttırmaya ve davranışlarını Tsuyaka’ya karşı kötüleştirmeye başlamıştır. Hatta karısı hamile kaldığında şeytana yani kendisine ait bir dölün dünyaya gelme ihtimali onu iyice kahretmiştir. Hem bebekten hem de karısından kurtulmak için çeşitli cinayet yöntemleri düşünmeye başlamıştır. Zamanla aslında aradığı yöntemin gözünün önünde olduğunu fark etmiştir, uyku ilaçları. En yüksek dozu kapısına vermeyi denemiştir ve kendi de normalden çok daha yüksek bir doz alarak uykuya dalmıştır. Uyandığında karısı hayattadır ve ilacın dozunun ölümcül olacağını düşünerek yalnızca bir miktarını içmiştir. Böylelikle Shimamura amacını yerine getirememiştir. O gün zil zurna sarhoş olarak İshihara’nın evine gitmiştir ve ancak her yerin polislerle dolu olduğunu görünce içindeki son mutluluk da yok olup gitmiştir. Gencecik, güzeller güzeli sevgilisi fazla doz uyku ilacından hayata gözlerini kapatmıştır. 


Bütün hikaye boyunca mahkum olan Shimamura’nın Tsuchido’ya yazdığı hem yardım hem de itiraf mektubu görevi aldığından aslında içindeki kötülükten ne kadar pişman olduğunu net bir şekilde görmekteyiz. Ama bir noktada buna izin veren de Shimamura’nın ta kendisidir. Olayların bu şekilde gerçekleşmesini o istemiştir, dozları o arttırmıştır ve sevdiği kadını fazla dozdan o öldürmüştür. 


İkinci hikayeye gelirsek, bu hikaye daha heyecanlı bir cinayete ev sahipliği yapmaktadır.

Dünyalar güzeli, zengin ailenin kızı Michiko’nun mantık evliliği ile onu hiç sevmeyen ama kendi kadar zengin bir adam olan Seizō Odaile evlenmesiyle hikaye başlamaktadır. Genç kadın, kocasının hastalığını ve ilgisizliğini bahane ederek pek çok erkek ile flörtleşmekte, herkesin ilgisini çeken güzelliği ve bilgisi ile evliliğini zor durumda bırakacak görüşmeler içinde bulunmaktadır. 


Hikayenin 3. Erkeği olan İchiro Ōdera da Michiko’nun flörtleştiği erkeklerden biridir. Görünüşüyle, duruşuyla tamamen ilgi çeken bir yapısı vardır. Ancak Ichiro aşkından ölüp bitmesine rağmen bir türlü gerçek hislerini dışarıya vuramamakta ve dolayısıyla sevdiği kadını elde edememektedir. 


Bir gün Michiko ile Seizō, evlerine Tomado adında bir delikanlıyı davet ederler. O gün Ōdera da onlara eşlik eder ve hep birlikte saatlerce oyun oynarlar. Zaman geçtikçe korkunç bir fırtına başlar ve Tomado kendi evin döner ancak Ōdera sevdiği kadının evinde misafir olarak kalır. 


Kitabın normal gidişatında biz, olayları uşakların perspektifinden ardından da avukatın anlatımıyla dinleme şansı ediyoruz; ancak ben burada gerçek olayı Ōdera’nın mektubu ile anlatarak ilerleyeceğim. 


O gece, Ōdera sevdiği kadının kocasıyla olan birlikteliğini düşünerek ve aşkının acısını çekerek odasında kalır. Normalde yorgun olsa da o gece uyumamayı seçer ve yukarıdaki odadan bir inleme sesi duyar. Bu inleme sesi daha çok acı çekmeye benzer bir sestir ve merakla yukarı Michiko’nun odasına çıkar. Odada Michiko iplere bağlanmış bir şekilde yerde yatmaktadır, kocası ise yüzüne bir bıçak dayayarak ona Ōdera hakkında sorular sormaktadır. İki yetişkin bu durumdan oldukça zevk almaktadır ve o an Ōdera bütün olayları tüm çıplaklığı ile anlamıştır. 


Michiko’nun şimdiye kadar kocasıyla ilgili anlattığı her şey birer yalandan ibarettir. O mektuplaşmalar, o flörtleşmeler hepsi sapkın bir fantezi için kullanılan birer senaryodur. Aslında Michiko hiçbir zaman kocasına sadakatsizlik yapmamıştır, yalnızca kollarındaki “bilerek” yapılmış morlukları ve yalanlarını sıralayarak ilişkisine renk getirmek istemiştir. Bu sapkın ilişki içinde, bir de sevilmediğini ve oyun malzemesi edildiğini fark eden Ōdera iyice sinirlenir ve odaya dalar, hem sevdiği kadına zarar gelmesi ihtimali, hem ona duyduğu nefret hem de intikam alma isteği birleşir. Ancak o sırada onu gören Seizō, bu olayın yalnızca bir senaryo değil de gerçekten karısının onu aldatma ihtimali olduğunu fark edince Michiko’yu bıçaklayarak öldürür. Sonra da anın siniriyle kendine bıçağı saplar ve kendisini de öldürür. 


Hiçbir şey yapmamış yalnızca seyirci olmuş Ōdera ise uşaklar ve hizmetçiler tarafından katil zannısı olarak kaydedilir ve mahkeme kararı doğrultusunda idam edilir. Avukatı ise onun bütün süreçte suçları kabul etmesini anlamadığı için ve bütün hikayeyi bilmediği için Ōdera’yı kurtarmak ister ama başarılı olamaz. 

Ōdera, hem sevdiği kadının adının her zaman her yerde kendi adıyla anılacağını düşünerek, intikam hissinin etkisi ve de Michiko’suz bir hayatta yaşama isteği olmadığı için idam edilmeyi bütün kalbi ile ister ve hiçbir gerçeği paylaşmaz.


Bu hikayeleri bu kadar değerli kılan faktörler neler, biraz da onlardan bahsedelim. Her ikisinin de detaylı özetlerini sizlerle paylaştım, biraz da hikayeler hakkındaki kişisel düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. 


Kitaba ilk başladığımda gerçekten çok heyecanlanmıştım, çünkü eşini öldürme ihtimali olan ve sürekli içindeki şeytandan, yaşadığı korkunç travmalardan bahseden bir adamın neler neler yapabileceğini düşünmek beni korkutsa da meraklandırmıştı. Japon edebiyatına dair pek bir fikrim yoktu, olaylar daha uzun daha çetrefilli olabilir diye düşünüyordum. Ama her iki hikaye de oldukça kolay anlaşılabilir ve oldukça basitti. 


Belki ben, haberlerde gördüğüm korkunç haberler yüzünden, daha fazlasını bekleme eğilimindeydim ama kitap gerçekten çok hızlı ve anormalden öte çok beklendik şekillerde bitti. 


Örneğin ikinci hikayede, Ōdera’nın avukatının sürekli bir şeyler olacağını, bir şeylerin ortaya çıkması gerektiğini söylemesi ya da başarısızlığını bize hissettirmesi kesinlikle buna bir örnek sayılabilirdi. Eğer kitap biraz daha gizemli bir dil ile ve daha çok heyecan verici, okuyucuyu yanıltıcı öge ile yazılsaydı daha çok beğenebilirdim. Bu hali ile de bir tatil gününde hızlıca okunabilecek bir kitap olarak ortalamanını üstünde hissettirdi.