Size hiçbir ismi yakıştırmıyorum, küfürler dahil buna. Kelime yok sizin için. Biz size “adam” diyelim: Kanayak
“Merak etmeyin kimse açlıktan gebermez ama zulümden, acıdan geberir. Bu yüzden yemekten çok çiçek lazım bize.”
Gamze Arslan, 1986 Ankara doğumlu bir yazardır. Hacettepe Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü’nü okumuştur. Daha sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı’ndan 2012 yılında bölüm birincisi olarak mezun olur. Pek çok dizi senaryosunun yazımı aşamasında yardımcı olmuştur. İlk öykü kitabı olan Çerçialan’da kederi ve ironiyi iç içe örmüştür. Bu öykü kitabı 2016 yılında Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne layık görülmüştür. Yazmaya “annesine inat olsun diye” başlamıştır.
Kanayak adlı kitap, Gamze Arslan’ın ikinci öykü kitabıdır. Gamze Arslan, bu kitabı 2019 yılında Türk edebiyatına kazandırmıştır. O, bu kitapta toplumsal konuları işlemiştir. Ancak bunu klasik yöntemlerle yapmamıştır. Büyülü gerçekçilik ve simgesel aktarımın karışımı bir dünya yaratmıştır.
Bu kitap on üç öyküden meydana gelmektedir. Bunlar her ne kadar kolay okunabiliyor olsa da hazmedilebilmesi oldukça zor hikâyelerdir. Adeta her bir öykü isyan niteliğinde yazılmıştır. Gamze Arslan, dönemimizin resmini kanla, kemikle çizmiştir. Ancak o ümitsizlikle yapmamıştır bunu. Her zaman ümidinin olduğunu söylüyor.
Kanayak kitabı, kadınların gücüyle, doğa, hayvan, nesne ile dört koldan tüm ezilen, geride kalanla, erkekliğin üzerine ters köşe yaparak giden, yer yer kanayan, ölen, dirilen hikâyelerle ilerler. Gamze Arslan kitabında, dişil enerjinin hâkimiyetini mümkün kılmak için erkekliği yıkmaya çalışır. Bunun mümkün olması için ise en baştan, çocukluktan alarak sorunları bugüne taşır.
Kanayak kelimesi Anadolu’da “kadın” anlamında kullanılan bir kelimedir. Ancak bu kelime ne yazık ki olumsuz anlamda kullanılmaktır. Eksik etek, saçı uzun aklı kısa, zavallı genç kız, kanayan, adet gören, kanlı gibi anlamları karşılamaktadır. Kan, kadını kirleten bir unsur olarak görülmüştür. Buna karşılık kitabın genelinde bu düşünceye bir başkaldırı olarak kanlı canlı bir dil kullanılmıştır. Yazar, bu dil aracılığıyla kanı yüceltmeye, kanı kirletmeye çalışan eril söylemi ise baskılamaya çalışır. Yani Gamze Arslan, kitabını ekofeminist bir yaklaşım ile yazmıştır. Ekofeminizm, kadın ve çevre sorunlarının kaynağının erkek egemen anlayış olduğunu ileri sürer. Yaşanılır bir toplum ve dünya için, çevre sorunlarının feminist bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini savunur.
Kitap dil bakımından pek çok yerel unsuru barındırıyor. Okuyucu farklı anlamlar yüklüyor hikâyeye ancak hikâyenin sonunda, yüklediği anlamdan farklı bir anlam ile karşı karşıya kalıyor. Okuyucu geriye dönüp tekrar okuduğunda parçaları birleştirmeye başlıyor. Hikâyeyi okuması kolay ancak hazmetmesi biraz zaman alıyor. Aslında yazarın yapmak istediği kendi yarattığı dünyanın içine okuyucuyu da çekmek. Okuyucunun yeni bir dünya yaratmasına olanak vereceği sırada okuyucuyu çıkmaza sokuyor. Düşündürmek istiyor. Kanayak, duru bir dil ve alabildiğine yaratıcı bir kurguyla kırsaldan büyükşehirlere geniş bir coğrafyayı kat ederek en acımasız gerçeklere tercüman oluyor.
Kanayak’ın “kadın” meselesi etrafında dolaşan hikâyeler olması, bekâret, kadınlık, anne, cinsellik kavramlarıyla öne çıkarıyor. Şişkin karınlar, ölü teyelleyenler, kız çocuk öldürenler… Toplumsal cinsiyet kavramının gündelik hayata “şiddetle” yansıdığı yerlerin altını çiziyor Gamze Arslan. Kadına şiddetin baş gösterdiği her nedenin altında yatan hikâyeye göndermeler yapıyor. Arslan, erkek egemen toplumun açlıklarını, sevgisizliğini ve duyarsızlığını metaforik bir dille anlatmıştır. Kadın merkezli hikâyeler, okuyanı çarpabilir, acıtabilir. Kanayak, “kadın, çaresiz kadın, eksik etek” anlamına geliyormuş. İşte kadının toplumdaki yeri…
“Beden bana göre kadının kendi ihtimallerini yaratmasında ilk direniş noktası. Çünkü en başta erkin gelip göz değdirdiği, söz türettiği ve en sonunda da tahakküm ettiği yer bedenin kendisi. Kadına dair tüm yok edişler ilk önce orada başlıyor, daha sonra derinlere, bilinçdışına, kemiklere ve topluma sızıyor. Öykülerde karakterler bu nedenle genellikle bedenden ve onun parçalarından şekilleniyor ilkin. O bedeni her şeyden azade bir şekilde kendinin kılmak, parçalarını bağımsızlaştırarak erkin karşısına çıkarmak için mücadele ediyorlar.”