Sosyal Statünün ve Sosyo-Ekonomik Durumun Beslenme Üzerindeki Etkisi

Sosyal statünün ve sosyo-ekonomik durumun beslenme üzerindeki etkisi hakkında bir değerlendirme.

Toplumda bir arada yaşayan insanlar arasında çeşitli farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar boy, kilo, spor yapan-yapmayan, dizi izlemeyi seven, seyehat etmekten zevk alan gibi fiziksel ve sosyal aktivite bakımından olabildiği gibi sosyal statü, sosyal sınıf olarak da karşımıza çıkmaktadır. Modernleşen toplum ile birlikte sınıflar arasındaki fark çok daha fazla açılmıştır. Modern toplumun beraberinde getirdiği yeniliklere ekonomik olarak gücü yetmeyen alt sınıf insanlar bu yeniliklerden mahrum kalmıştır. Kültürel olarak da birçok şeyden sosyo-ekonomik yetersizlik nedeniyle mahrum kalan alt sınıf ile her istediğine sorunsuz bir biçimde ulaşan üst sınıf arasındaki eşitsizlik gün geçtikçe artmaktadır. Ancak beslenme gibi doğal ve zorunlu bir gereksinimin sosyal statüye göre değişmemektedir. Her insan hayatını idame ettirmek için besine ihtiyaç duymaktadır. Nasıl ki bir arabaya benzin koyulmadığında o araba hareket edemiyorsa insan için de aynı durum geçerlidir. İnsanların benzini besindir ve vücut besinsiz kalırsa birçok sağlık sorunu ortaya çıkmaktadır.

Besin ihtiyacı yaşa, cinsiyete, vücuda gereken enerji miktarına ve vücudun yaktığı enerji miktarına göre değişiklik göstermektedir. Fakat her insanın hayatını devam ettirebilmesi için besine ihtiyacı vardır. Bireyin bedeninin çalışması ne kadar artarsa besin ihtiyacı da o kadar artmaktadır. Bu besin ihtiyacının karşılanmaması hali bedenin tüm dengesini bozarak çeşitli sağlık sorunlarını beraberinde getirir. Bu sağlık sorunları vücudun düzgün çalışmasını engelleyerek kalıcı hasarlar da bırakabilmektedir. Alt sınıf zaten gelir seviyesi düşük olduğu için yeterli besin ihtiyacını alamazken, bu durumdan dolayı ortaya çıkan sağlık sorunları için de yetersiz imkanlar ile karşılaşmaktadırlar.

Disiplinlerarası geniş bir alanı kapsayan gıda/yemek sosyolojisi, tarladan sofraya ve hatta atığa dönüşene kadar yemeğin her aşamasını sosyolojinin çalışma/araştırma alanı içerisine yerleştirmektedir (Akarçay, 2020: 10). Bu kapsamda toplumsal eşitsizliklerin beslenme üzerindeki etkisi de gıda sosyolojisinin üzerinde durduğu önemli konulardan birisidir. Yemek yemek sadece karnı doyurmak, hayatı idame ettirmek için gereken bir kaynak değildir. Yemek yemenin sosyolleşme, eğlence, keyif ile de doğrudan bir ilişkisi vardır. Dışarıda bir restaurantta arkadaşlarla veya aileyle sohbet edilerek yenen yemek veya bir cafede kahve içmek, tatlı yemek de üst sınıfın daha rahat erişebildiği bir imkandır. Alt sınıfın karnını doyurmak, eve yemek götürmek gibi sorunların arasında sırf eğlence için böyle aktiviteler yapması mümkün değildir. Bu durumda da aradaki sınıf farkı giderek açılmaktadır. Aynı üniversitede ve aynı bölümde okuyan iki arkadaştan birisinin maddi yetersizlik sebebiyle sosyal aktivitede bulunamaması, sadece okul veya yurt yemekhanesine bağlı kalmak zorunda olması gerekirken, maddi durumu yeterince iyi olan arkadaşının her gün dışarıdan istediği yemeği yemesi, kahve, çay, tatlı gibi keyfi isteklerini kolayca karşılayabilmesi arasındaki bu çok büyük adaletsizliğin de nedeni aradaki sınıf farkıdır. 


Bireyin besin gereksinmesini etkileyen en önemli faktör fiziksel aktivite düzeyidir. İnsan bedeni termodinamik kurala göre çalışır bunun anlamı enerji üretimine karşın enerji tüketimidir. Bireyin beden çalışması arttıkça besin tüketiminin de artması, azaldıkça azılması gerekir. Bunun dengelenememesi boya uygun beden ağırlığının dengesini bozar ve sağlık sorunları ortaya çıkar (Baysal, 2003). İnsanların sosyal statüsü yükseldikçe beden gücünü kullanarak iş yapma durumu azalır, tükettiği besinler sağlıklı ve yeterli enerji alımı şeklinde olur. Ancak sosyal statü düştükçe beden gücünü kullanarak çalışma son derece yaygınlaşır ve vücuda alınan besinler sağlık ve gerekli enerji miktarı bakımından yetersiz olur. Bu da ortaya çok önemli bir beslenme sorunu çıkartır. Bu beslenme sorununun birçok nedeni vardır fakat en temel nedeni sosyo-ekonomik eşitsizliklerdir. Üst sınıf olarak adlandırılan bu grup günlük ihtiyacı olan enerji miktarının oldukça üstünde besin tüketirken, alt sınıf ise ihtiyacı olan enerji miktarındaki besini bile tüketemez. 

Abur cubur gıdaların yaygınlaşması, gıda endüstrisinin başarılarından biridir. Bugün boş zamanlarımızda atıştırmalık olarak tükettiğimiz ambalajlı pek çok yiyecek aslında boş kaloriye sahip abur cubur (junk food) olarak tanımlanabilir. Gelişmiş ülkelerdeki bir diğer sorun aynı toplum içindeki gelir dağılımı adaletsizliğine bağlı olarak, düşük gelirli grupların yine yetersiz ve dengesiz beslenme alışkanlıklarının bir sonucu olarak kalp rahatsızlıklarının daha sık görülmesi arasındaki ilişki toplumsal, sınıfsal tabakalaşma ve eşitsizliklerle açıklayabileceğimiz bir durumdur (Crotty ve Germov, 2004: 245). Abur cubur olarak adlarndırılan paketli gıdaların tüketimi sağlığımızı son derece tehtit etmektedir. Sağlıksız fakat kolay ulaşılabilir, kısmen daha ucuz, hazır pişirilmiş şekilde sunulan bu yiyecekler de alt sınıf tarafından daha çok tercih edilmektedir. Yemek yemeye maddi durumu yetmeyen bu alt sınıf öğün olarak sadece paketli gıda tüketmek durumunda kalabilmektedir. Fazla paketli gıda tüketimi de yine daha önceden de bahsi geçen birçok sorunu beraberinde getirmektedir. Hazır paketli kahveler, içeriğinde bir sürü zararlı etmen bulunan iki dakikada sıcak suya katılarak yemeye hazır hale gelen paketli gıdalara ulaşım çok daha kolaydır. Hem daha uygun fiyatlıdırlar hem de neredeyse tüm marketlerde mevcut durumdadırlar. Fakat sağlığımız açısından pek de yararlı değildirler.


Gelir düzeyi daha düşük olan alt sınıfın, protein bakımından yüksek olan süt, yoğurt, peynir, yumurta gibi temel gıdalara erişimi çok daha kısıtlıdır. Bu sebebten dolayı da vücudun alması gereken protein, karbonhidrat ihtiyacını daha uygun fiyatlı olan ancak daha az sağlıklı olan alternatiflerle doldurması gerekmektedir. Örneğin; brokoli, havuç ve lif oranı yüksek sebzeler veya elma, muz gibi meyvelerden ya da bakliyatlardan alınabilecek sağlıklı karbonhidrat yerine ekmek, makarna gibi daha sağlıksız ve çok uzun süre de tok tutmayacak karbonhidratları tercih etmek durumunda kalmaktadırlar. Yine aynı şekilde et tüketimi de sınıfsal farklılığa göre değişmektedir. Üst sınıf yani yüksek gelirli insanların ete erişimi çok daha kolaydır. Protein bakımından çok zengin olan ete ulaşamayan işçi sınıfı insanların etin yerine tüketebilceği tavuğa bile ulaşması günümüz koşullarında daha da zor hale gelmiştir. 

Covid 19 virüsünün ortaya çıkması ile toplumsal statünün beslenme üzerinde yarattığı ayrım çok daha belirgin hale gelmiş hatta orta sınıf kavramı neredeyse giderek kaybolmuştur. Pandemi kararıyla işyerlerinin kapanması ve alt sınıf insanların para kazanamaması ancak üst sınıfın pandemi şartlarından çok fazla etkilenmemesi aradaki eşitsizliği arttırmıştır. Yasaklar kapsamında kapatılan marketler talan edilmiş ve insanlar evlerine yemek götürmek için en ucuza ne bulurlarsa almak zorunda kalmışlardır. Karantinanın sonraki süreçlerinde de bu durum değişmemiş alt sınıf gelen zamlar ve alamadıkları maaşları sebebiyle besin ihtiyaçlarını karşılamak için en ucuz yiyeceklere yönelmek durumunda kalmışlardır. Üst sınıf ise geliri gayet iyi ve yerinde olduğundan dolayı yine isteğine göre besinler tercih etmişlerdir. Hatta bu karantina durumunu kendilerine tatil ilan etmişlerdir. 

Sosyo-ekonomik durumun beslenme üzerindeki etkilerinden bir diğeri de yağ kullanımıdr. Daha sağlıklı fakat daha pahalı olna tereyagı ve zeytinyağı alt sınıf tarafından rahatlıkla tercih edilememektedir. Bunların yerine daha az sağlıklı olan ayçiçekyağı ve margarin tercih etmektedirler. Alt sınıf tereyağ ve zeytinyağının daha sağlıklı olduğunun bilincinde dahi olsalar maddi yetersizlik sebebiyle bu yağları kullanamamaktadırlar. Üst sınıf insanlar ise bu yağlara kolayca erişim sağlayabiliyorlardır. Hatta bu yağlardan daha da sağlıklı olan fakat çok yaygın bir şekilde satılmayan özel yağlar(örn; avakado yağı) da tercih edebiliyorlardır. At sınıf ile üst sınıf arasındaki bu fark gün geçtikçe artmaktadır. Yağ fiyatlarının sürekli zamlanması sebebiyle alt sınıfın zararlı olarak nitelendirilen bu yağlara bile ulaşımı her geçen gün daha da kısıtlanmaktadır.

Şeker kullanımında da sosyal statünün etkisi vardır. Gelir seviyesi düşük olan alt sınıfta şeker kullanımı oldukça yaygındır. Fakat şekerin vücut için pek çok zararı bulunmaktadır. Üstelik anlık olarak kan şekerini yükselterek düşüren rafine şeker, tokluk sağlamayarak daha sık acıktımaktadır. Üst sınıf ise, rafine şeker yerine daha sağlıklı, tok tutan alternatifler tercih etmektedir. Şekersiz, fit tatlılar özellikle son zamanlarda çok daha ön plana çıkmaktadırlar. Sosyal medya kullanımının artması ile birlikte sağlıklı yaşam, spor, diyet gibi kavramlar da popülerleşmeye başlamıştır. İnsanlar daha çok takip edilmek, çok sağlıklı, mutlu, huzurlu bir hayat yaşadıklarını diğer insanlara göstermek için yaptıkları sporları, yemekleri de sosyal medya hesaplarından paylaşmaya başlamışlardır. Sosyal medyanın hayatımızdaki yeri giderek büyürken, sosyal statünün beslenme üzerindeki etkisi soyal medyaya da yansımaktadır. Yenilen yemekler, içilen kahveler, gidilen lüks restaurantlar, kafeler insanlar tarafından kendi sosyal medyalarında sıklıkla paylaşılmaktadır.


Thorstein Veblen’in “gösterişci tüketim” olarak kavramsallaştırdığı üzere, yediklerimizi bu anlayışa göre göstere göstere sosyal çevremizle, ait olduğumuz sınıf mensuplarıyla paylaşıyoruz (Akarçay, Yemek Sosyolojisi, 2020). Fakat bu paylaşımlar sadece paylaşanların kendi sosyal çevremiz kalmıyor diğer sınıftan insanlara da ulaşıyor. Bu noktada da belki de maddi durumu bizim paylaştığımız bu yiyecekleri yemeye veya bu mekanlara gitmeye yetmeyecek olan insanların içinde bir burukluk oluşturabiliyor. Bir başka taraftan da paylaşılan yemekleri, yemek yemek için gidilen mekanları gören aynı sınıftan ve üst sınıftan olan insanlar da altta kalmamak için aynı yerlere hatta daha pahalı olan yerlere giderek aynı şekilde kendi sosyal medya hesaplarında paylaşımlar yapıyor. Bu durum da giderek büyüyerek, aynı sınıftan olan insanların da kendi içlerinde eşitsizlikler yaşayabileceğini gösteriyor. 

Toplumsal eşitsizliklerin beslenme üzerindeki bir diğer etkisi de çocuklar ve gençlerin yetersiz besin alımından dolayı yaşadıkları sıkıntılardır. Vücudun ihtiyaç duyduğu besini alamayan çocuklar protein ve vitamin bakımından yetersiz kaldıkları için hastalanma ihtimalleri çok daha yüksektir. Üstelik okuduklarını, dinlediklerini anlamada da yaşıtlarının gerisinde kalma durumu yaşanabilmektedir. Düzgün kahvaltı edemeyen, öğün atlamak zorunda kalan, meyve ve sebze tüketemeyen alt sınıf ailelerin çocukları çeşitli beslenme sorunları yaşarken, üst sınıf ailelerin çocukları en iyi imkanlarda beslenerek bu sorunlarla karşılaşmamaktadırlar. Bu sınıfsal farkın beslenme üzerindeki olumsuz etkisinin çocukların beslenmesinin yetersiz kalmasına kadar uzanıyor olması da son derece üzücü bir durumdur. Aynı durum yeni doğan bebekler için de geçerlidir. Annenin vücuduna yeterli besini, proteini ve vitamini alamaması nedeniyle bebeğini doyuramaması, çoğu zaman mama fiyatlarının fazla olması nedeniyle alamaması da çok üzücü bir durumdur. Üstelik toplum tarafından da maddi yetersizliklerin içinde çocuk sahibi olduğu, bakamayacağı bir çocuğu dünyaya getirdiği düşüncesi ile yargılanması da bambaşka bir sorun ortaya çıkarmaktadır. Üst sınıf insanların dilediğini yapabilmesi, lüks restorantlarda yiyip içerek eğlenmesi, çocuk sahibi olması vb. fazladan imkanları mevcutken, alt sınıf insanların bu durumlara yeterli ölçüde bile ulaşamıyor olması da toplumdaki statülerin arasındaki farkın daha da çok açılmasına neden olmaktadır. Bu durum giderek normal gibi görülmeye de başlanmıştır. 

Sonuç olarak; sosyal statü ve sosyo-ekonomik durumun beslenme üzerinde birçok olumsuz etkisi bulunmaktadır. Beslenme gibi temel bir ihtiyacın alt sınıflar tarafından karşılanamayacak duruma gelmesi son derece içler acısıdır. Gıdanın bir meta haline gelerek kapitalist sistemin bir parçası olma durumu söz konusu olmamalıdır. Bu durum yetkililer tarafından bir an önce düzeltilmelidir. Çünkü yemek yemek en temel insani ihtiyaçtır. 

Kaynakça

Akarçay, E. (tarih yok). Yemek Sosyolojisi, 76.

Akarçay, E. (2020). E. Akarçay içinde, Yemek Sosyolojisi (s. 77).

Akarçay, E. (2020). Gıda / Yemek / Beslenme Sosyolojisi. Yemek Sosyolojisi (s. 66). içinde Eskişehir.

Akarçay, E. (2020). TOPLUMSAL SINIFLAR, EŞİTSİZLİKLER VE YEMEK İLİŞKİSİ . Yemek Ssoyolojisi (s. 70 ). içinde

Baysal, A. (2003). SOSYAL EŞİTSİZLİKLERİN BESLENMEYE ETKİSİ. C. Ü. Tıp Fakültesi Dergisi 25 (4), 2003 Özel Eki, 1.