Tabutta Rövaşata'ya Bir Başka Bakış

Türkiye Sineması'nın Derviş Zaim ile Evrimi

Gerçek bir hayat hikayesinden ilham alan film, aynı semtte 28 yıl sokaklarda yaşayan ancak hayatı dar bir tabutta sıkışıp kalan Dursun Tokta'nın hikayesidir.

“Soğuk olan hava değil Mahsun. İnsanlar soğuk, hayat çok soğuk. Keşke bu kadar soğuk olmasaydı da dünya, sen de bu kadar üşümeseydin. Çok değil, bir iki aya kadar da kış biter zaten. İdare et. üşümezsin..”

Türkiye sinemasında gişe kaygısı güden filmlerin sinemada baskınlığının yanısıra filmler sansür baskısıyla da karşılaşırken, her türden konunun işlenebileceği bu filmlere bir de politik baskı eklenir. Siyasal çatışmaların sıcak yaşandığı Türkiye'de hükümet eleştirisi yapmak, bağımsız sinema için bile neredeyse imkansızdır. Bu dönemsel bir sorun değildir. Göreceli siyasi bağımsızlık devamlı olarak sekteye uğrar. 1980 dönemi darbe etkisiyle başlayan bu süreç halen devam etmektedir. Gösterimde büyük payı olan film çeşidini yalnızca buna bağlamak da yanlıştır çünkü gişe kaygısı ülkemiz insanının isteklerine göre şekillenir. Ülke genelinde komedinin baskınlık kurduğu sinemamız, tarihi-savaş filmleri ve aşırı dramatik-romantik filmlerle hep tekdüze, birbirinden tek farkları oyuncuları ve isimleri olan filmler üretmekte ısrarcıdır. Her ne kadar geçtiğimiz senelerde Cem Yılmaz ve bazı dağıtıcı firmalar arasında sorunlar yaşansa da Cem Yılmaz da sinemayı domine eden filmler üretmektedir. Sinemamızda son yıllarda çekilmiş ancak dağıtımda yaşadığı sorunlarla yeterli seyiricye ulaşamamış bir roman uyarlaması film olan Daha, günümüz bağımsız sinemasının örneklerindendir. Bütçesinde Ay Yapım desteği alan film tam anlamıyla bağımsız klasmanına girer mi sorgulaması bir yana bırakıldığında, dağıtım sorunları sebebiyle yalnızca 6 ilde, 33 sinemada gösterime girebildi. Komedi filmlerinden kendine salon bulamayan film seyirciye ulaşamadı. Oysa ki başarılı bir oyuncu kadrosu, kendini kanıtlamaya çalışan bir yönetmen ve direkt romanın yazarı Hakan Günday tarafından yazılan senaryosuyla izleyiciye bir şeyler vad eden bir filmdi.

Nuri Bilge Ceylan'ın bağımsızlığında düşük bütçeyle ve ailesiyle başladığı yolculukta bugün geldiği konum, Reha Erdem'in pandemi vasıtasıyla da deneysel çalışmaları vb. ülkemizde bağımsız sinemanın devinim içinde olduğunu gösteriyor.

Ancak Türk sinemasında etki bırakanlar yalnızca bu isimler değil. Tıpkı onlar gibi filmlerinin hem senaristi hem de yönetmeni imzasını taşıyan Derviş Zaim de özellikle Tabutta Rövaşata ile akıllara kazındı. Takvimler 1996 yılını gösterdiğinde, Derviş Zaim yanına Ahmet Uğurlu ve Tuncel Kurtiz'le birlikte Türk sinemasının simgelerinden biri haline gelecek tavus kuşunu da alıp sinemamızda yeni bir döneme yelken açar. Kısıtlıklar içinde çekilen film düşük bütçesi sebebiyle ''bütçesiz'' sıfatını almış. Küçük yapım ekibi, ücretsiz çalışan oyuncu kadrosu, yeni anlatısal özellikleri, seyirciyle ilişkisi ile kısacası bağımsız filmi bağımsız yapan özelliklerin hepsinin bu filmde var olması filmi bu noktaya getiriyor. İnsanlar filmleri genelde empati yapmadan izler ancak Tabutta Rövaşata'nın Mahsun'u izleyiciyi içine çekerek kendi yerine koyuyor. İzlerken rahatsızlık verse de yapılan her davranışı anlayabiliyor seyirci. Bu sefer kent arkaplanda kalmıyor, İstanbul Mahsun'la birlikte başrolü paylaşıyor. İstanbul öyle alışkın olduğumuz güzel İstanbul değil. Bu konuya da ufak göndermeler yapılan filmde, içtikleri şarabın ''Güzel Marmara'' ismi gözümüze çarpıyor. Sanki İstanbul ancak sarhoşken güzelmiş gibi. Parlak bir hava, ışıl ışıl bir boğaz yok bu kez karşımızda; soğuk ve ıslak bir İstanbul var. Bu soğukluk aynı zamanda boğucu, hem karakterleri hem de bizi hapsediyor. Genelde keyifli anlara eşlik eden boğaz kıyısı ve tekneler bu kez ölüme ve hep bir hüzne eşlik ediyor. Her arabayı kaçırabilecek, her kapıyı açabilecek Mahsun bir tek insanların duvarını aşamıyor. Suç işlemediği zamanlarda kimse onun farkına bile varmıyor, yani arabaları yalnızca üşüdüğü için kaçırmıyor; bir yandan varlığını da kanıtlıyor çünkü ancak bu şekilde kabul görüyor. Polis'ten gördüğü şiddet, sürekli bir yaftalanma halinde yaşamını sürdürürken 'babacan' tavırlarıyla öne çıkan Reis'in desteğini görüyor. Filmin sonunda yaşanan tekne olayından bağımsız bir değerlendirme yapacak olursak Reis, Mahsun'un hem iyiliğini düşünüyor hem de onu sömürüyor. Film boyunca pek çok kez Mahsun'a yardım ettiğini ve arka çıktığını görüyoruz ama Mahsun'un da hep karşılık verdiğine şahit oluyoruz. Mahsun her daim aylak dolaşan bir tip izlenimi veriyor olsa da bir iş verildiğinde çalışmaktan da kaçmıyor. İlk sahnelerde Mahsun ve Sarı'nın emeğine karşılık Reis'in azıcık bir yevmiye verdiğini görüyoruz. 'Söz dinlemez' Mahsun'un aslında o kadar da uyumsuz olmadığı, yanlış şeyler yapsa da iyi niyetli ve merhametli olduğu, köpek ve taş sanesinden anlaşılabilir. Her anlamda dışlanmıştır Mahsun. Bir evi ya da ailesi yoktur, '' ... ama arkadaşlar iyidir.'' dediği arkadaşları filmin sonunda tıpkı bizler gibi yaptıklarına, hayatına seyirci kalmıştır, onun yanında değillerdir. Yine de Mahsun hem İstanbul'da hem de bu hayatta kısılmış kalmıştır. Kahvehane'de otururken Mahsun'un penceresi dallarla örtülüdür. Bu onun her yandan bağlanmış, kısıtlanmış ve engellenmiş oluşunu simgeler. Filmin bütün atmosferi de bu yargıyı destekler şekildedir. Mahsun'u en son televizyonda bir haber olarak duyuşumuz da bu kısılmışlığın net bir simgesidir. Her yanın bağlıyken fiyakalı bir gol atamazsın ya hayata, işte Tabutta Rövaşata bu anlama gelir.

Avangart, deneysel, sanatsal hatta öteki sinema olarak da çeşitlendirilebilecek bir alan olan bağımsız sinemanın şüphesiz güzel bir örneğidir Tabutta Rövaşata. Bütün tanımları bir kenara bıraksak bile izleyici ile kurduğu bağ çok güçlüdür. Bağımsız sinemanın da kurmak istediği önemli temellerden biridir. Rumelihisarı'nın buğulu havasına Baba Zula'nın rüzgarları eserken, Yansımalar Bab-ı Esrar ile son vurgunu yapıyor film müziğine.