The Tower on the Borderland: Gizem ve Korku Dolu Bir Yolculuk

Bambaşka bir dünyaya sıkışmış olan özel harekat askeri Erin ile gizem ve korku dolu bir yolculuğa çıkıyoruz..

Bağımsız geliştirici DascuMaru'nun (Jochen Mistiaen) ellerinden çıkan, PSX döneminin lo-fi grafiklerinden ilham alan ve klasik korku oyunlarının ruhunu modern zamanlara taşıyan sürükleyici bir hayatta kalma-korku deneyimi sunuyor. Lovecraftian tarzını da çok güzel işleyen oyun metroidvania ve souls-like türlerini de içerisinde barındırıyor. Oyunun, William Hope Hodgson'un yazdığı The House on the Borderland (1908) adlı kitaptan ilham aldığını söylesek yalan olmaz.


Özel harekat askeri Erin'in rolünü üstlenen biz oyuncular, kendimizi başka bir dünyaya ait, ürkütücü ve gizemli bir yapıda kapana kısılmış halde buluyoruz. Erin, ekibiyle birlikte bu esrarengiz kuleyi araştırmak üzere görevlendirilmiş bir çaylaktır. Ancak, ekibiyle iletişimi kaybettiğinde, onları grotesk maskeler takmış ve karanlık bir ritüel gerçekleştiren eski takım arkadaşlarıyla karşılaşır. Kulede hayatta kalmak ve ritüelin tamamlanmasını engellemek için mücadele eden Erin, bu süreçte grotesk böcekler, canavarlar ve iblisleşmiş eski ekip üyeleriyle savaşmak zorundadır. Oyun, biz oyunculara dikkatli kaynak yönetimi ve stratejik düşünme gerektiren klasik bir korku oynanışı sunuyor. Erin, sınırlı mermi ve sağlık paketleriyle karşı karşıya kaldığı bu tehlikeli kulede, düşmanlarını alt etmek için akıllıca kararlar vermelidir. Kule, karmaşık ve labirentvari yapısıyla biz oyuncuların kolayca kaybolmasına neden olabilir, bu da keşfi daha heyecan verici ve aynı zamanda stresli kılıyor. Kulede açılan kestirme yollar ve radyo mesajları, ilerlememizi kolaylaştıran unsurlar arasında yer alıyor. Görseller, PlayStation 1 döneminin nostaljik dokusunu taşıyor. Düşük poligonlu modeller ve gri tonlamalı ortamlar, ara sıra beliren pembe aydınlatmalarla birleşerek oyunun gizemli ve ürkütücü atmosferini pekiştiriyor. Karakter ve çevre dizaynıyla birlikte, etraftaki kasvetli atmosfer oyunun korku ve gerginlik havasını daha da artırıyor.

Özellikle animasyon ve tasarım konusunda çok uzun zamandan sonra gördüğüm bu tarz beni en çok etkileyen şey oldu. Tuhaf tuhaf heykeller bir anda duvarda yürüyen dev örümcekler. Bu gidişle bende böcek ve örümcek fobisi başlatıyordu, gereksiz fazla korkmaya başladım. Souls-like yapma kararı bambaşka bir yere götürmüş. Hiç beklemediğim bir şekilde iyi işlenmiş, nedense Dark Souls 1 esintisi çok fazla var. Souls-like'ların çoğu özelliklerini almışlar dodge sistemi dahil ama keşke daha iyi esinlenselermiş demek isterdim. Alıştığımız gibi dodge atıp vurma burada o kadar da işlemiyor. Bu yüzden oynanış çok gerici ve ham, aksiyon sistemi tam bir eski nesil zorlu ve uğraştırıcı. Böyle bir karar beklemiyordum ama bu da oyuna çok daha güzel bir hava katmış. Oyunun canavarları ve boss dövüşleri, farklı stratejiler gerektiren çok aşamalı karşılaşmalar sunuyor ve her biri unutulmaz bir deneyim yaşatmayı amaçlıyor. Souls-like vari checkpoint sistemi ve uzaklığıyla labirent benzeri yapısı biz oyuncuları beklenmedik zorluklarla karşı karşıya bırakıyor. Ancak bu, bize korku ve gizem dolu bir yolculuğa çıkarırken nefeslerimizi kesecek anlar yaşamamızı sağlıyor.

"The Tower on the Borderland", eski korku oyunlarının hayranları için kaçırılmaması gereken bir yapım. Eski ve yeniyi harmanlayan bu oyun, hem nostaljik bir yolculuk hem de taze bir korku deneyimi sunuyor. Gulyabanilerin ve canavarların kol gezdiği, gizemli ve ürkütücü bir kuleyi keşfetmeye hazır olun. Acaba bu kuleye nasıl düştük ve buradan nasıl kurtulacağız? Bu soruların cevabını oyunun derinliklerinde bulabilirsiniz. Lovecraftian tarzı, souls-like ve metroidvania deneyimi derken dopdolu bir oyun olan The Tower on the Borderland'e bir şans vermek isteyebilirsiniz.