Veronika Puslu Kış Günlerinin İlacı Olabilir mi?
Veronika’nın hikâyesi, insanın umutsuzluk anlarında bile hayatın anlamını keşfedebileceğini gösteriyor.
Havanın geç aydınlandığı ve erken karardığı puslu kış günlerinde Veronika Ölmek İstiyor’u okumak hayata biraz bile olsun farklı bakmamı sağladı. Bakış açımı değiştirişini anlatmadan önce yazarı ve kitabı tanıtmak isterim.
Paulo Coelho, Brezilyalı bir yazar olarak dünya edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Eserlerinde genellikle insan ruhunun derinliklerini, bireysel dönüşüm süreçlerini ve hayattaki anlam arayışını ele alır. Coelho’nun eserleri, yaşamın zorluklarıyla yüzleşen bireylerin kendi içsel güçlerini keşfetmelerine odaklanır. Veronika Ölmek İstiyor da yazarın bu temalarını taşıyan bir roman olarak, insanın hayata dair sorgulamalarına ışık tutar. Kitap, hem ele aldığı evrensel konular hem de güçlü anlatımıyla okuyucularına farklı bir perspektif sunar. Modern hayatın getirdiği yalnızlık ve monotonluk gibi sorunları işleyen eser, özellikle ruhsal arayış içinde olan bireyler için bir ilham kaynağı olmuştur.
Kitabın hikâyesi Slovenya’nın Ljubljana şehrinde başlar. Veronika, 24 yaşında, dışarıdan bakıldığında her şeye sahipmiş gibi görünen genç bir kadındır. Ancak içsel bir boşluk ve hayattan tat alamama durumu, onun intihara karar vermesine neden olur. Bir gün yüksek dozda ilaç alarak yaşamına son vermeye çalışır. Ancak intihar girişimi başarısız olur ve Veronika kendini bir akıl hastanesinde bulur. Burada, doktorlar ona kalbinin aldığı hasar nedeniyle sadece birkaç gün ömrü kaldığını söyler. Ölümle yüzleşen Veronika, bu sınırlı zamanda hayatı ve kendi varoluşunu sorgulamaya başlar.
Roman, Veronika’nın akıl hastanesindeki sürecini ve burada karşılaştığı insanlarla olan etkileşimlerini ele alır. Zedka, Mari ve Eduard gibi karakterler, Veronika’ya hayata dair farklı perspektifler sunar. Özellikle Eduard ile olan yakınlaşması, onun hayata bakışını değiştiren en önemli dönüm noktalarından biridir. Veronika, ölümün kaçınılmazlığını kabul ettikçe yaşamın aslında ne kadar değerli olduğunu fark eder. Günler geçtikçe, yaşamdan kopmak isteyen bir genç kadının içinde yeniden bir tutku ve anlam duygusu uyanır. Romanın sonunda ise beklenmedik bir şekilde, yaşamaya dair yeni bir umut kazanır.
22 yaşında bir genç kız ve bir üniversite son sınıf öğrencisi olarak hayattaki amacımı, mutluluk arayışımı kaybettiğim bir dönemdeyim. Ne kadar çalışırsam çalışayım hayatın monotonlaştığını ve bu yüzden hiçbir şeyin bir anlamı kalmadığını düşünüyorum. Ne kadar böyle düşünsem de her sabah yataktan kalkıyor, okula gidiyor ve ödevlerimi yapıyorum. Her şey monoton, hayatımdaki insanlar aynı ve gelecekten de ülkenin ekonomik şartları dolayısıyla bir beklentim kalmamış durumda. Bu kitabı yaklaşık dört yıl kadar önce satın almıştım ve bir arkadaşım bana kötü bir dönemden geçtiğim için okumamı tavsiye etmediğini söylemişti, fakat yanılmış. Yine benzer bir dönemden geçerken arkadaşımın benden sakındığı bu kitaba bir şans vermek istedim. Hayata dair bakış açımı çok zor değiştiren birisi olduğum için kitap bittiğinde içimde uyanan yeni duygular ve acabalı sorular beni fazlasıyla şaşırttı.
Veronika’nın aslında ölmeyi istememesi sadece hayatındaki heyecanı kaybetmiş olması bana çok tanıdık geldi. Ölüm kavramı depresyondaki birçok insan için çektikleri acının son bulmasını ifade eder. Veronika için kitapta depresyonda olduğu ifade edilmese de kendisinin ölüme karşı duyduğu sempatiden ve onu bir kaçış yolu olarak görmesinden böyle bir varsayımda bulunuyorum. Hayatımızın monotonlaştığı, heyecan dolu hiçbir şeyin olmadığı dönemlerden geçmek kendisiyle vakit geçirmeyi sevmeyen ya da en ufak dopamin salgılamazsa karamsarlığa bürünen kişiler için tam bir cehennemdir.
Hayat inişli çıkışlıdır. Senelerce aynı hayatı, aynı dinginliği yaşayacağımızın bir kanıtı asla yok. Bir saat sonra çok sevdiğiniz birisini kaybedebilir, hiç beklemediğiniz bu kayıp karşısında hayatınız tamamen değişebilir. İş ya da okul başvurusu yaptığınız yerler size aylar sonra dönebilir ve sizin için yepyeni bir dönem başlayabilir. Hayat her zaman olmasa da değişkendir ve bu değişkenliği sizin hayatı yaşama şekliniz, istekleriniz de şekillendirir. Elinizde olmayan sebepler ve elinizde olan sebepler yani tercihleriniz sizin bugünkü hayatınızı şekillendirdiği gibi, yarınınızı da şekillendirir.
Anda kalıp, duygularınızı dinlemek, bir anlık bile olsa evet şuan hayattayım demek, kendinize nefes alacağınız bir alan oluşturmak… Bunların hepsi sıkıldığımız o monoton hayata renk katan şeylerdir. Kendinizi eğlenmeye zorlamak, anksiyetenizi dinlememek, paronyalarınızı kabullenip o anı, eğlenceyi duygularınızla beraber yaşamak çok kıymetli bir deneyimdir.
Benim için bu kitap, karanlık bir dönemde karşıma çıkan bir rehber gibiydi. 22 yaşında, yaşamımda bir yön bulmakta zorlandığım bir dönemde okuduğum bu roman, bana hem bir teselli hem de bir ilham kaynağı oldu. Veronika’nın hikâyesi, insanın umutsuzluk anlarında bile hayatın anlamını keşfedebileceğini gösteriyor. Paulo Coelho, kitabın her sayfasında, okuyucusuna yaşamın ne kadar kıymetli olduğunu ve mutluluğun, hayatı olduğu gibi kabullenmekte yattığını hatırlatıyor. Hayata gerektiği zaman başka bir pencereden bakmamı, bazen pencerenin perdelerini örtmemi ya da camını temizlememi fark ettirdi.