Ya Newton’un Başına Hiç Elma Düşmeseydi?
Bir kadının başına mutlaka düşerdi. Hatta düşmüştü de... Buluşları ve hikayeleri çalınan kadınlar, onları çalanlarsa kimlerdi?
Newton’un başına hiç elma düşmeseydi ne olurdu, armut mu düşerdi? Ya Einstein görelilik teorisini hiç bulmasaydı? Ya James Watson ve Francis Crick DNA’nın çift sarmal yapısını hiç keşfetmeseydi? Peki ya Thomas Hunt Morgan, X ve Y kromozomunun cinsiyeti belirlediğini bulmasaydı? Mutlaka bir başkası keşfederdi, değil mi? Ama aslında keşfetmişti: Onlar kadındı.
Newton’un yerçekimi yasası dışında yukarıda okuduklarınız, bir erkeğe atfedilen keşiflerin gerçek bulucuları, aslında kadınlardı. Onların hikayeleri günümüzde hâlâ nasıl anlatılmıyorsa, nasıl çalındıysa, icatları ve buluşları da çalınmıştı. Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen değişmeyen örüntü, gördüğümüzden çok daha derin bir olguyu ortaya çıkarıyor.
Einstein, çalışmalarında kendi zekasını kanıtlasa da, görelilik teorisinde ilk eşi Mileva Marić’in katkılarının göz ardı edildiğine dair kanıtlar var. İkili arasında geçen mektuplarda Einstein, Mileva Marić’e yazarken bu teoriden “bizim teorimiz” olarak bahsediyor, “izafi hareket üzerine yaptığımız çalışma” ifadesi mektuplarda defalarca geçiyor. Bazı uzmanlara göre sorun, Mileva Marić’e izin vermeyen egemen erkek bilim dünyası, bazılarına göre ise gerçek sorun Einstein. Belki asıl hikayeyi bilemeyiz ama bu örüntünün nasıl devam edeceğini biliyoruz: Sıradaki deha, DNA’nın çift sarmal yapısının keşfinde büyük rol oynayan Rosalind Franklin. X-ışını kristalografisiyle çektiği fotoğraflar hak ettiği değeri görmedi ve yalnızca ölümünden sonra bu buluştaki katkısı ortaya çıktı. Belki de ölü bir kadının başarısı, hayatta olan bir kadınınkinden daha kabul edilebilirdi.
Cinsiyet kromozomlarının keşfi bir kadına aitti: Nettie Stevens. Ama bu başarı Thomas Hunt Morgan'a atfedildi. Çalışmalarıyla modern astrofiziğin temelini oluşturan Cecilia Payne-Gaposchkin’in araştırmaları, o dönemin bilim anlayışına uymadığı gerekçesiyle önde gelen Astrofizikçi Henry Norris Russell tarafından reddedildi. Çalışmalarının doğruluğu daha sonra farklı araştırmalarla kanıtlandı, bu sayede Amerikan Astronomi Derneği'nin prestijli Annie J. Cannon Ödülü’nün ilk sahibi oldu.
Hubble’ın, evrenin genişlediği teorisinin temelini oluşturan, "değişen yıldızların" parlaklığı ile uzaklıkları arasındaki ilişkiyi keşfeden kişi, Henrietta Swan Leavitt adında bir kadın astronomdu. Ama kadın olduğu için bir astronom değil, daha çok bir “asistan” olarak görülüyordu. Astronom Ejnar Hertzsprung, Leavitt'in keşfi sayesinde yıldızların uzaklıklarını hesapladı, Edwin Hubble ise Leavitt’in çalışmalarını kullanarak evrenin genişlediğini kanıtladı. Ancak iki bilim insanı da keşiflerinin temelini oluşturan kadının adını anmadı.
İlk bilgisayar programcısı, bilgisayarlar daha icat edilmeden algoritma yazmayı başaran bir kadındı: Ada Lovelace. Algoritmayı, Charles Babbage’in Analitik Makinesi için yazmıştı ama Lovelace de bir bilim insanı olarak değil, “asistan” olarak görüldüğünden yine bir kadının başarısı ancak ölümünden sonra anlaşıldı. Bulaşık makinesini icat eden kadının adı ise çoktan unutuldu, bazı yerlerde ise hiç anılmadı: Josephine Garis Cochrane. İcadı, “İş kolundaki en iyi mekanik tertibat, dayanıklılık ve uyarlama” ödülünü aldı.
Çoğu kadının başarısı, ölümünden sonra anlaşıldı.
Tabii tam olarak "anlaşıldı" demek doğru olmaz. Ne de olsa bunlar bilim camiasında bilinen gerçekler olsa da, günümüz toplumu ve küresel toplum hâlâ kadınların hikayelerinden habersiz. Dolayısıyla gerçekler fark edildi belki ama “anlaşıldığı” pek de söylenemez. Üstelik yalnızca bilim dünyasında değil, birçok farklı alanda yaşandı bunlar: Sanat, edebiyat, müzik, sinema, televizyon… Peki asıl problem bunları bilmememiz mi, yoksa inanmak mı istemememiz? İlk bilimkurgu romanı Frankenstein’ı bir kadın yazdığı için pek çok kişi onun “asıl” ilk bilimkurgu romanı olmadığını iddia ediyor, bazıları ise başarıyı kocasına atfetmek istiyor. Mary Shelley’nin bilimkurgu türünün öncüsü olması neden bazılarını öfkelendiriyor? Bilimkurgu türü erkeklere özgü görüldüğü için mi? Bir kadının, erkeklerin “egemen olduğu” bir alanın öncüsü olması mı rahatsız ediyor?
"Bir kadının kurmaca yazabilmesi için parası ve kendine ait bir odası olmalıdır."
Virginia Woolf, bir kadının dünyada var olabilmesi için önce dünyanın ona izin vermesi gerektiğini söylüyor. Kadının eşit şartlara ve ekonomik bağımsızlığa sahip olması gerektiğini, ancak bu şekilde kendine ait bir odasının var olabileceğini belitiyor. 96 yıl önce söylenen bu sözün günümüzde hâlâ geçerli olması, zaman ilerledikçe kadınlara yönelik bakış açılarının aslında pek de değişmediği acı gerçeğini gözler önüne seriyor.