Yaşamak İçin İnat
Sadece yukarı.
Bitkilerin köklenmesi bana hep çok ilginç gelmiştir. Tohum hâlinde toprağa atılmak ve yaşayabilmek için kendini parçalayıp köklerinle tutunmak, beslenmek. Şartlar ne olursa olsun direnmek ve varlığını sürdürmek için bitmez tükenmez bir çaba göstermek. Çünkü hayatın, yaşamın kendisi çok inatçı. Bir kaldırım taşının arasından, betondan çıkan o küçük çiçekleri düşünelim. Bu kadar kırılgan gözükmesine rağmen belki de asla "Burada bitmez." denilen o yerde bitmiş işte.
Terk edilen evlerin zamanla sarmaşıkla donanması, camları kırık kullanılmayan arabaların koltuklarının çimlenmesi, balkonda boş durduğunu sandığınız o saksının bir gün içinden zayıf bir filizin çıkması. Bunların hepsi yaşamın inatçılığından. Bulduğu her yerde var olmak istemesinden bence. İnsanların da çok bir farkı olduğunu zannetmiyorum esasen, bazen en umutsuz olduğumuzu sandığımız anlarla hayatta kalabilmek için en çok çabayı verdiğimiz anlar aynı oluyor genelde. Ve yine birçok zaman kazanıyoruz bu savaşı. Bitkiler gibi kökleniyoruz yaşama, hayata sıkı sıkı sarılıyoruz, zaman zaman farkında bile olmuyoruz.
Son zamanlarda köklenip yerleşmek ile köklerinden kurtulup özgürleşmek hakkında çok tartışıyoruz. Ben neden sadece ikisinden birisini savunmalıyız anlayamıyorum. Özgürleşmenin peşindeyken savrulup kaybolmak da var, köklerinden sıkı sıkıya bağlı olduğun için tutsaklaşmak da var. Bir kaynağa ait olmak ama işte aitliği tutsaklığa dönüştürmeden yaşamak, var olmak mümkün diye düşünüyorum.
Belki de bu noktada ‘’su’’ gibi düşünmeliyiz. Beslendiği, büyüdüğü, aktığı bir kaynağı olmasına rağmen yer yer azalıyor yer yer kabarıyor ama geldiği yer hep aynı, gittiği yer başka da olsa. Ama ağaçların da öyle değil mi zaten? Toprağı delip geçerek yukarı doğru yükseliyor, en derinden çıkıp sadece yukarı doğru.