Yazın En Çok Yakıştığı Yer: Ayvalık

Karadut suyu, güneş, kediler ve Ayvalık.

Ülkecek Nisan ayında her ne kadar kar taneleriyle karşılaşmış olsak da yaz bizi çok bekletmeden ilkbaharla birlikte geldiğinin haberini veriyor. Eminim güneşin cildimizde bıraktığı kırmızılığı ve rengarenk giyinmeyi hepimiz çok özlemiştik. Kıyafetlerimizin uyumlu olmasına değil de sadece rahat olup olmadığını kontrol ettiğimiz, yolda gördüğümüz en ufak su birikintisinde bile yüzmek istediğimiz bu canlı döneme girmek rutin hayatlarımıza büyük bir renk kattı. Planlar değişti, derslere gidilmedi, işler ertelendi, yürüyüşlere çıkıldı ve sadece uzun bir süre beklenilen bu sıcak havanın tadı çıkarıldı.

Gökyüzünde güneşin parladığını gördüğümüz anda tabii ki hepimiz tek bir soruya cevap aradık: Nereye gitsek? Nereye gitsek de bugün bütün planlarımızı iptal etsek? Benim aklımda tıpkı bu soru gibi tek bir cevap vardı: Ayvalık. Neredeyse her gün orada olduğumu hayal ettiğim bu yerde, yürüdüğünüzde yorulduğunuzu veya terlediğinizi anlamıyorsunuz. Güneş sizi rahatsız etmiyor çünkü güneş oranın bir parçası. Orayı gezdiğinizde yazın ve güneşin oraya ait olduğunu anlıyorsunuz. Renkler daha bir farklı, daha bir canlı geliyor gözünüze. Ayvalık'ta gezmek için oldukça çeşitli köyler, popüler mahalleler var. Bunlardan en sevdiklerim: Küçükköy ve Macaron Mahallesi.


Küçükköyde yürürken nerdeyse her sokakta kafamıza doğru sallanan mavi nazar boncuklarıyla karşılaşıyoruz. Köyün sakinliği, güneşin batışıyla birlikte harika bir görüntü yaratmış oluyor. Her ne kadar zaman zaman yoğun ve kalabalık olsa da köyün atmosferi ve estetikliği bu yoğunluğu gizliyor ve belki de ilk defa kalabalıktan ve sesten rahatsız olmuyorsunuz.


Burada rutin bir hayata sahip olan ve bunu harika bir fırsata dönüştüren insanlar, köyün estetiğinden yararlanarak yaşadıkları veya iş yaptıkları yerleri çeşitli renklere boyuyor. Böylece bize de estetik fotoğraflar çekmek kalıyor.



Aslında buraya vardığınız andan itibaren etrafı incelemek için herhangi bir rehbere ihtiyacınız yok. Çünkü yürüdüğünüz ve takip etmekte olduğunuz yol zaten sizi köyün bütün detaylarına şahit ettirecektir. Yürüdükçe köyü ve köydeki insanları daha iyi anlamaya başlıyor, kendinizi her oturduğunuz yerde karadut suyu içerken buluyorsunuz. Ayvalık'ın her yerinde karadut suyu içebilirsiniz fakat Küçükköyde karadut suyu içmek, o sıcak yürüyüş ve geziden sonra çok daha iyi geliyor. Ve tabii ki bütün samimiyetimle Boşnak Mantısı yemenizi tavsiye ediyorum. Genel bir kafe veya restoran ismi vermiyorum çünkü bütün kafe ve restoran sahipleri oldukça sıcak ve güleryüzlüler, bu da orada olmayı daha keyifli kılıyor.


Küçükköy'ün içindeki kafeler öyle renkli ve öyle şirin dizayn edilmişti ki, gezerken kendimi yaz dizilerinde gibi hissetmiştim. Yaz mevsiminin ortasında bu kadar doğal ve aynı zamanda canlı olan bir yerde olmak bana çok iyi gelmişti.


Köyün sakinlerinin birçoğu sanatla ilgili. Osmanlı döneminden kalma yapılarla Rum mimarisinin iç içe geçtiği taş evler, tarihi dokuyu modern sanatla birleştiren küçük atölyeler ve galerilerle çevrili. Köy, son yıllarda bir sanat köyüne dönüşmüş durumda. İstanbul’dan, İzmir’den hatta yurtdışından gelen sanatçılar burada yaşayıp üretim yapıyor. Bazı evler sanat galerisine çevrilmiş, bazıları da minik butik otel olmuş. Her köşe başında el emeği ürünler satan bir masa, kapısına eski radyolar asılmış bir dükkan ya da bahçesinde sergi açılmış küçük bir taş bina görebiliyorsunuz. Tüm bu detaylar köyü hem estetik olarak hem de ruhsal olarak çok başka bir yere taşıyor. Gezerken küçük sergi mekanları ile buluşabilirsiniz. İçlerinde birbirinden farklı tablolar bulunuyor. Fotoğrafını gördüğünüz bu sergi mekanında zaman zaman resim workshopları da yapılıyormuş. Ayvalık ile ilgili en sevdiğim şeylerden bir tanesi de insanların hep birlikte aktiviteler yapabiliyor olması. Yazlık, küçük bir yer ama herkes bir arada ve sanki oradayken hiçbir sorun yokmuş gibi. Gökyüzünde güneş var ve insanların tek düşündüğü şey bu güneşin tadını çıkartmakmış gibi. Yazı gerçekten çok seviyorum.

Ayvalık'ta bir diğer sevdiğim yer: Macaron Mahallesi. Küçükköy'e göre daha rengarenk ve daha büyük. Sokaklarda binlerce kedi sizi selamlıyor. Güneş battığında, bu harika manzaraya, küçük ve dar sokaklarda bile şahit olabiliyorsunuz.


Farklı renklere boyanmış sandalyeler ve duvarlar, Macaron’un enerjisini yükseltiyor ve mekâna adeta bir tablo havası katıyor.

Butikleriyle birlikte takıcıları da oldukça ön planda. Nazmiye Abla'nın dükkanı, yürüdüğünüzde illaki yolunuza çıkacak. Dükkanı ve içindeki takıları oldukça otantik ve orjinal. Oradan bir ürün beğenmeden çıkmanız imkansız.



Bunları okurken Ayvalık'ın diğer tatil beldelerinden farkının olmadığını ve abarttığımı düşünebilirsiniz. Ama Ayvalık, yalnızca bir tatil beldesi değil; zihnimizin sadeleşmesini, dinlenmesini sağlayan bir yer gibi. Ne kadar kalabalık olursa olsun gittikçe pembeleşen hava, etraftaki o yaz kokusu ve insanların bir arada huzurlu olduğunu görmek insanı sakinleştiriyor. Burada geçirilen birkaç gün, şehirdeki aylarca süren koşuşturmanın yükünü alıp götürüyor. Ayvalık sadece gezilecek bir yer değil; anı biriktirebileceğiniz, derin nefesler alabileceğiniz ve kendi iç sesinizi dinleyebileceğiniz bir alan. Her adımda yeni bir sokak, yeni bir renk, yeni bir insana rastlıyorsunuz. Denizinin maviliği ve temizliği sizi büyülüyor.

Her gidişinizde farklı bir detayla karşılaşacağınız, farklı bir köy ile tanışacağınız Ayvalık'ta, tatilin bitmesini istemiyorsunuz. Girdiğiniz herhangi bir sokakta denize açılan kafelerle karşılaşıyorsunuz. Bazı duvarlarda eski zamanlardan kalma tabelalar, bazı pencerelerde ise çiçek sarkan saksılar dikkat çekiyor. Ayvalık’ın her köşesine yayılan o nostaljik müzikler, sanki sizi daha önce hiç bilmediğiniz, görmediğiniz eski bir yaz akşamına götürüyor. Zaman yavaşlıyor ve belki de bu yüzden orada geçirilen zamanın uzunluğu değil, bıraktığı his önemli oluyor.