Zygmunt Bauman’ın Perspektifinden Holocaust ve Modernite

Sosyolojik Bakış Açısından Yahudi Soykırımı

Modernizm ve postmodernizm alanında yaptığı çalışmalarla öne çıkan sosyolog ve filozof Zygmunt Bauman, modernleşme teorisi çerçevesinde açıklandığı takdirde Holocaust’un öneminin azaldığını ileri sürerken aynı zamanda bu soykırımın modernleşmeden ayrı düşünülemeyeceğini de söyler. Çeşitli sosyologların konuyla ilgili birtakım araştırmaları mevcut olsa da -Helen Fein’in Holocaust’un modernliğin bir hatası olduğunu öne sürdüğü veya Nechama Tec’in ahlaklı kalabilmiş insanları incelediği araştırmaları gibi- Bauman, Holocaust ile ilgili sosyolojik araştırmaların yetersiz olduğunu ve sosyologlar tarafından verilen tepkinin eksik olduğunu savunur.

Bauman’ın düşüncesine göre Holocaust, modernliğin doğal bir ürünü olarak görüldüğünde tarihsel önemi artmaz hatta tam aksine daha da önemsizleşir çünkü bu görüş, Holocaust’un modernleşmenin bir gerçekliği olarak algılanmasına yol açar ve onu modern dünyada her gün gerçekleşen acı olaylardan farksız hale getirir. Bauman bu noktada Richard Rubenstein’ın “Holocaust, uygarlığın ilerlemesinin kanıtlarını taşıyor.” düşüncesine katılırken uygarlığın anlamının toplumsal olarak olumlu veya olumsuz olgu ve olayların bir arada bulunması olduğunu dolayısıyla uygarlık ile vahşi barbarlığın birbirinin karşıtı olduğunu düşünmenin yanlış olacağını öne sürer. “Yaratma ve yok etme uygarlığın birbirinden ayrılmaz yönleridir.” sözüyle de bu görüşünü destekler.

Bauman’a göre Holocaust’un teknik ve yönetimsel açıdan başarısı, modern bürokrasi ve modern teknoloji sayesinde olmuştur. Yahudilerin katledilmesini ifade eden Endlösung yani “Nihai Çözüm” fikri, onun düşüncesine göre bürokratik kültürün bir ürünüdür. Christoper R. Browning de “Alman Bürokrasisi ve Holocaust” adlı kitabında “Nazilerin Avrupa Yahudiliğini kitle halinde katletmesi bürokratik bir toplumun örgütlenme konusundaki başarısıdır.” der ve soykırımı gerçekleştirirken modern bürokratik teknikler kullandıklarını ifade eder.

Holocaust ile ilgili bir diğer incelemede sıradan Almanların nasıl katile dönüştükleri ele alınır. Herbert C. Kelman bu konuda yaptığı araştırmalar sonucunda şiddeti engelleyen ahlaksal yasaların üç koşula bağlı olduğunu ve bunlar sağlanırsa şiddetin ortaya çıkacağını söyler. Bu üç koşul; şiddet yetkisinin resmi emirlerle verilmesi, etkinliklerin rutinleşmesi ve şiddet kurbanlarının çeşitli söylemlerle insanlıktan çıkarılmasıdır. Üçüncü maddeye bakıldığında söylemlerin, manipülasyon konusunda en etkili silah olduğu anlaşılır. Holocaust döneminde bu silahı, Joseph Goebbels’in başında olduğu Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı kullanmıştır.

Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı

Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığının amacı, Almanların Nazi yönetimine inanması ve destek vermesiydi. Bu amacı gerçekleştirme yolunda çeşitli iletişim araçları sansür ve propaganda yoluyla kontrol edilmeye çalışılmıştır. Bu iletişim araçları arasında gazete, dergi, kitap, radyo, filmler, tiyatrolar hatta müzikleri sayılabilir. Bu dönemde Nazi karşıtı dergilerin kapatılması, iletişim kanallarında hangi haberlerin yer aldığının kontrol edilmesi, daha fazla sayıda Almanın Nazileri dinleyebilmesi amacıyla radyoların uygun fiyatlı hale getirilmesi, Nazi fikirlerini ileri taşıyan grupların oluşturulması gibi çeşitli faaliyetler uygulamaya sokulmuştur. Aynı dönem Goebbels’in “Bir yalan ne kadar büyükse o kadar inandırıcıdır, yalan tekrarlandıkça inandırıcı hale gelir, her suç tek düşmana atılmalıdır.” gibi çok çeşitli propaganda taktiklerini uyguladığı da kayıtlara geçmiştir.

Sonuç olarak tarihteki en büyük felaketlerden biri olan Holocaust’un, tarihçilerin ve teologların yaptığının aksine sosyologlar tarafından yeteri kadar incelenmediği ve Bauman’ın da dediği gibi “Protestonun sert ve yüksek sesinin, sosyoloji kurumunun duvarlarını geçemediği” söylenebilir.