1830 – 1927 Tarihleri Arası Türkiye ile ABD İlişkileri
1830-1927 arasındaki yaşanılan sorunlar ve sorunlara diplomatik çözüm yöntemleri
Osmanlı Devleti ile başlayan ABD münasebetinin Türkiye Cumhuriyeti ile devam eden ayağında II. Dünya Savaşı sonrasında başlayan Soğuk Savaş bitişi ile yeni bir başlangıç evresi yaşayan Türkiye Cumhuriyeti ve ABD arasında gelişen ilişkiler incelenmiş, bu ilişkiler Uluslararası İlişkiler ve Tarih disiplinleriyle ve bu disiplinlerin metotları içerisinde değerlendirilerek siz kıymetli okurlarımıza sunulmuştur. İyi okumalar
ABD ile ilk karşılaşma
Osmanlı Devleti’nin henüz ABD ile ilişkileri olmadığı, 1830 yılı mağrip eyaletlerinden ve özerk bir yönetim olan Cezayir’de gerçekleşen, Sineklik Olayı olarak bilinen Cezayir dayısı, Hüseyin Dayının Fransız konsolosu Pierre Deval’i huzuruna davet ederek görüşmek istemesi, bu görüşmenin istenildiği gibi geçmemesi üzerine, Pierre Deval’in yüzüne sineklikle vurarak, saraydan yaka paça attırması ile devam eden olaylar sonrasında Fransa’nın Cezayir’i işgal ederek fiilen hakimiyeti altına alması ile sonuçlanan olayları takiben ABD ile ilk resmi temas 7 Mayıs 1830 da Dostluk ve Ticaret Antlaşması ile başladı. Osmanlı Devleti tarafından ABD’ye en ziyade müsadeye mazhar devlet statüsü verildi. ABD bu antlaşma ile kapitülasyon haklarından yararlanmaya başladı. 13 Şubat 1862 de Ticaret Antlaşması ve 11 Ağustos 1874 yılında ise Suçluların İadesi ve Tabiiyet Antlaşması iki ülke arasındaki diplomatik ilişkileri geliştiren adımlar oldu.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana, Osmanlı Devleti ile başlayan ABD ile deniz ticaretine 1923 sonrası da devam edilmiş ve 17 Şubat 1927 yılında Nota Teatisi yoluyla ABD’ye bir Modus Vivendi (Uluslararası İlişkiler literatüründe, çatışan iki tarafın barış içinde bir arada yaşamasına olanak sağlayan bir düzenleme) hakkı tanınmıştır. Diplomatik ilişkiler geliştirilerek ve Büyükelçiler teati edilerek görevlerine başlamışlardır.
ADB ile sorunlar :Amerikan Kolejlerinin Kapatılması
I. Dünya Savaşı sırasında kesilen ilişkiler, ABD ile diplomatik iletişim kesildikten hemen sonrasında gündem olmuş. Hariciye Nazırı Ahmet Nesimi Bey Amerikan Büyükelçisi Joseph Grew’den özür dilemiş ve Amerikan okullarına dokunulmayacağına dair söz vermiştir. Bu olaylar silsilesini takiben Wilson’un 1918 beyannamesi ile Osmanlı İmparatorluğu ve ABD arasında küçük bir yakınlaşma olsa da bu ilişki tam bir diplomatik ilişkiye dönüşmedi. ABD’nin I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilan etmemesi ve 13 Kasım 1918’de itilaf devletlerinin İstanbul’u askeri açıdan işgal etmelerine katılmasına rağmen, İstanbul’daki Amerikan Yüksek Komiseri Koramiral Mark Bristol Türkler üzerinde iyi bir izlenim bırakmıştı. ABD’nin manda sistemine katılmak istememesi ve Ortadoğu bir rol almaya sıcak bakmaması, Türkler arasında ABD’nin izlenimini olumlu kılıyordu.
İki ülke arasındaki asıl ilişkiler 1939 yılından sonra başlayacaktı. Bu tarihe kadar ABD’de Türk aleyhtarlığı vardı. Buna ek olarak, 19.YY’da Osmanlı İmparatorluğundan bağımsızlığını elde etmek isteyen zımmiler (kendisine güvence verilen ve koruma altına alınan kişi) Türk düşmanlığı taraftarıydı. Bu sebeple ABD’ye göç eden göçmenler genellikle, Yunan, Bulgar ve Makedon yanlısı olan kimselerdi.
Anadolu’ya gelen Amerikan misyonerleri, sıhhi eğitim ve sağlık hizmetlerinin de önemini fark ederek, bu görevleri yürütecek sağlık çalışanlarını Anadolu’ya getirdiler. Misyoner okulları kreşlerden dini eğitim veren okullara kadar çeşitlendirildi. Bunları popüler kılmak için çalışmalar yapıldı. Bu sırada Hamlin Koleji diğer bir ifadeyle Robert Koleji açıldı. Buraya Hristiyan öğrenciler kadar müslüman öğrencilerde kabul ediliyordu. II. Abdülhamit bu kolejlere müslüman öğrencilerin girmesini yasakladı. Cumhuriyet ilanına kadar Robert Koleji müslüman öğrencilere kapalıydı. 1908 inkılabı ve Cumhuriyet’in ilanı ile Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı okullara bazı sınırlamalar getirildi. Bu okullların eğitim müfredatlarına, Türkçe dersleri konuldu ve tarih eğitiminin Türkçe olarak verilmesi şartı koşuldu. Bursa Amerikan Kız Kolejinde üç kız öğrenci Miss Edith Sanderson’un etkisiyle Hristiyan olmuşlardır. Bu üç kız öğrencinin günlükleri çalınıp, olay hakkında bilgi edinilmiş ve Milli Eğitim Bakanlığı, Amerikan okullarını kapatarak sorumlular hakkında adli kovuşturma yapılacağını beyan etmiştir.
ABD ile sorunlar : Lozan Barış Konferansı
Lozan Barış Konferansı, ülkemizde çok konuşulmuş çokça da tartışılmış bir konudur. Bu konuyu kulaktan dolma bilgiler ile sizlere sunmak objektif olmayacağı ve bilim ahlakına uymayacağından kanıtlar ve belgeler ile bizatihi İsmet İnönü’nün kendi imzası ve cümleleri ile ifade ettiği, konferans sırasında Fransız temsilci Raymond Poincare ile görüşmesine kadar bir çok belge bulunmaktadır. Bu konferansı İsmet İnönü’nün Lozan Barış Konferansı sırasında gerçekleşen kendi cümleleri ile ifade edeceğiz. Öyleyse, Hadi başlayalım! (Eski Türkçe olan kelimeler, günümüz Türkçesine göre ifade edilmiştir.)
İsmet İnönü anlatıyor...
Lozan Antlaşması İmparatorluğun tasviye edildiği antlaşmadır. I. Dünya Savaşını, beraber savaştığımız devletler ile kaybettik. Yenilgi kesindi ve galipler anlaşma masasına tam hakimiyet ile oturdular.
Müttefiklerimiz olan imparatorluklar, sadece, aldıkları antlaşma projelerini görmek ve imzalayacaklarını yada imzalamayacaklarını söylemek hakkı ile konferansa katıldılar.
Türkiye’nin durumu hepsinden daha zor olmuştu. Türkiye, herkesin 1918 de bitirdiği savaşa, daha dört sene devam etti. Memleketi işgal altında idi. Her taraftan istila ve resmi hakimiyet silahla devam ediyordu.
1922’de, birden bire, askeri hal, galiplerin hiç ihtimal vermedikleri kesin bir sonuç ile, yani Türk zaferi ile, yeni bir safhaya girdi. Büyük galip devletler, yardım ettikleri küçük ortaklarıyla, savaşı devam ettirmişler, dört sene içinde, bizi, içeriden Padişah Hükümeti, karışıklıklar ve sona kadar Yunan ordusuyla korkuya düşüreceklerini zannetmişler, başarılı olamamışlardır. 1918 galibiyetinden farklı bir duruma düşerek, bizi barış masasına çağırmışlardır.
Biz, Büyük Millet Meclisi Türkiyesi, Öyle bir ruh halindeydi ki, İmparatorluk mağlup olmuştu ve zaten imparatorluk memleket içerisinde de, düşmüş ve dağıtılmıştı. Biz, 1918 mağlubiyetini üzerimize almıyorduk. Galip devletler, 1918 galipleri durumunda ısrar etmek istiyorlardı. Bu şartlar altında konferans toplandı.
Konferansın büyük meseleleri şunlardı:
1) İlk önce arazi meseleleri. Bunlar, savaş meydanlarında resmen bir neticeye varmış; Ankara Fransa arasında sınır meselesi halledilmiş; resmen işgal etmediğimiz Trakya, Mudanya Mütarekesi(Ateşkes) ile savaşın hemen etki ettiği çevreler olmak itibariyle, daha önce, Konferans kararlaştırılırken şarta bağlanmıştı. İstanbul’un ve Boğazların kayıtsız şartsız boşaltılması, Konferans da, baştan sona kadar bizim başlıca kaygımız olmuştur. Konferans da çıkacak yeni arazi meseleleri üzerinde, resmen işgal etmedikçe, yeni bir adım atmak ihtimali görünmüyordu.
2) Konferansın büyük meselelerinden biri, Boğazlar meselesi olmuştur. Boğazların açık olmasında başlıca İngilizler ısrar ediyorlardı; Bütün Müttefikler İngiltere etrafında toplanmışlardı. Bu meselelerde bir kopmaya gitmemek, masa içerisinde çaresiz görünüyordu.
3) Konferans da, Kapitülasyonlar büyük dava olmuştur. Bunda bütün Müttefikler ve Amerika karşımızda bulunmuşlardır. Biz de bu meseleyi hayati davalarımızdan biri sayıyorduk.
4) Konferans da azınlıklar(ekalliyetler) yüzünden, tarihten gelen alışkanlıkla, büyük sorun çıkacağı beklenebilirdi. Azınlıklar meselesi, Konferansa gitmeden evvel, resmen halledilmiş durumdaydı. Bu yüzden, Türkiye’yi zorlamak mümkün olamazdı. Zaten, kapitülasyon içinde bulunmayan her memleketin kabul ettiğini biz de kabul ediyorduk.
5) Konferansın büyük bir meselesi, Duyunu Umumiye meselesi, yani Osmanlı İmparatorluğu borçlarını altın ödeme mecburiyeti, ve Osmanlı İmparatorluğunda alışılan ayrıcalık ve iktisadi sahaların kaldırılması çabası olmuştur. Bu konuya İngilizler daha az ilgi gösterdiler. Diğer müttefikler son derece hırslı ve tehditkardılar. (Tam metne kaynakça kısmından ulaşabilirsiniz.)
ABD ile sorunlar : Kıbrıs Barış Harekatı ve Haşhaş Krizi
ABD ile sorunlarımızdan birisi de haşhaş krizi olmuştur. ABD’ de 1970’lerde yoğun uyuşturucu kullanımının Türkiye’deki üretilen haşhaşların ihracından kaynaklı olduğu düşünülüyordu. Türkiye’nin 1 Temmuz 1974 yılında haşhaş üretim yasağını kaldırması üzerine ABD ise tepki olarak ambargo kararı alacağını beyan etmişti. Ancak Türk kamuoyunda bu söz konusu ambargonun, Kıbrıs Barış Harekatının bir sonucu olduğuna dair genel bir yaklaşım hakimdi. 18 Ocak 1999 tarihli Milliyet gazetesi haberine göre; Türkiye’ye yönelik 1975 tarihli ambargonun asıl sebebi olarak Kıbrıs krizi gösterilmeye çalışılmıştır. Halbuki birçok devlet adamı ve araştırmacıya göre, Türkiye’nin haşhaş ekimi yasağının kaldırılmasına yönelik almış olduğu karar, ABD’li politikacılar başta olmak üzere istihbaratının da dahil olduğu bir çıkar düzenini baltalamıştır. Türk kamuoyu açısından bu sebeplerle ABD, Türkiye’yi ekonomik ambargo ile cezalandırmak istemiştir. Dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı raporlarına bakıldığında, ambargo talebini doğrudan haşhaş ekimi yasağının kaldırılmasına bağlamak, Türkiye’deki milliyetçi ve ABD karşıtı çevreleri güçlendirebilirdi. Sonuçta, dönemin koşullarına bakıldığında 1974 Kıbrıs krizi sonrasında Atina’da ABD karşıtı hava devam ederken, buna bir de Türkiye’nin eklenmesi, bölgedeki ABD çıkarlarını uygun olmayacaktı. Fakat bu durumu doğrudan Kıbrıs krizine bağlamak, hem Yunanistan’daki ABD karşıtı havayı ve ABD kamuoyundaki sert eleştirileri yumuşatacak, hem de Kongre’nin istediği şekilde Türkiye’ye haşhaş krizinin cezasını verebilecekti. Bunlarla beraber, ABD yönetimi Türkiye ile mevcut ilişkileri korumak için ambargoya karşıymış gibi görünerek, Kongre ile danışıklı dövüş içine girmiştir. Böylece olası Türk tepkilerini, ABD Kongresine yönlendirerek azaltmayı amaçlamıştır.
Ancak kamuoyunda oluşan kanı aksine, duruma dair ABD kaynaklı belgeler incelendiğinde, olayın bu şekilde olmadığı açıklığa kavuşmuştur.
Anadolu oldukça verimli topraklara sahip olduğundan, haşhaş üretimi 7000 yıldır bu topraklarda devam etmiştir. Afyonun bir sorun olarak ortaya çıkması da uluslararası pazarda önemli bir yer tutmasıyla başlamıştır. XX. yüzyılın başında haşhaş kapsüllerinin çizilmesiyle elde edilen afyon ve eroinin bağımlılık başta olmak üzere birçok sağlık sorununa yol açması ile haşhaş ekimine sınırlandırılma getirilmesi söz konusu olmuştur. ABD’de kontrolden çıkan uyuşturucu kullanımı sebebiyle, bu konuda öncü ülkelerden birisi olmuştur. 1909’da ABD’nin girişimleriyle Şanghay’da bir afyon konferansı düzenlenmiştir. 1911-1914 yılları arasında Lahey’de bir dizi toplantı düzenlenmiş ancak, Osmanlı İmparatorluğu temsilcileri, haşhaş ekonomisinin önemli bir kaynağı olduğundan ve bunun kısıtlanmasına karşı olması sebebiyle bu toplantılara katılmamıştır. Bu durum haşhaş konusunda ilk kriz olarak adlandırılmaktadır.
Soğuk Savaş döneminde, Vietnam Savaşı’nın başlamasıyla ABD’de suç oranları artmış ve artık Türkiye’de yetişen haşhaşın bu artıştan sorumlu olduğu fikri dillendirilmeye başlanmıştır. Türkiye’de ise Ahmet Kabaklı Türkiye’nin elindeki büyük bir fırsatı değerlendiremediğini söyleyerek kamuoyuna şu sözleri aktarmıştır. “..Korkarım, Allahın bir nimetini, dostluk belasına ve insaniyetçilik fiyakasına bırakmış bulunuyoruz.” diyerek sitem etmiştir. 12 Mart Muhtırası sonrasında Nihat Erim başbakanlığında kurulan hükümetin 29 Haziran 1971 tarihli kararnamesi ile haşhaş ekimi yasaklanmıştır.
Kaynakça
1) Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri Arasındaki Siyasi İlişkiler(1923-1938). dergipark.org.tr. Web. Erişim Tarihi : 09.05.2024
2) Soğuk Savaş Sonrasında Ortaya Çıkan Bölgesel Sorunlar Bağlamında Türkiye -ABD ilişkilerinin Kazandığı Yeni Boyutlar. dergipark.org.tr. Web. Erişim Tarihi : 07.05.2024
3) US's Attempt to Feature 1974 Cyprus Crisis Instead of Poppy Issue Regarding Embargo Decision on Turkey. dergipark.org.tr. Web. Erişim Tarihi : 02.05.2024
4) Türkiye- Amerika İlişkileri. dergipark.org.tr. Web Erişim Tarihi : 02.05.2024
5) Lozan Barış Konferansı Tutanaklar ve Belgeler. dergipark.org.tr. Web. Erişim Tarihi: 01.05.2024
6) Graham Evans, Jeffrey Newnman. Uluslararası İlişkiler Sözlüğü. İstanbul; Gökkubbe. 2002
Resimler