1950'li Yıllar Popüler Kültürü Yorumlaması: Tezatlığın Kültürü & Kültürün Tezatlığı
"American Dream or American Nightmare"
Zaman zaman popüler kültürün çelişkisini düşünürken bulurum kendimi. Eğer bir şey popülerse, o gerçekten kültür müdür? Değerli olan şeyler her daim bir azınlık tarafından belirlenmiştir; -öyle ki buradaki değerli sıfatını öznel bir bağlamda değil, kültürün fonksiyonları ve rolleri tarafından sınıflandırılmış bir karakteristik olarak kullanıyorum- günümüz demokratik çağında hemen hemen herkesin birbirine benzemeye çalıştığı, azınlıkların daha da azaldığı hatta yer yer dışlandığı bir tektiplilik monotonunu ele alırsak; neyin değerli, neyin öz olduğunu belirlemekte kafamızın karışması oldukça mümkündür. Bir diğer yandan, günümüz insanlarının telaşında, akıp giden zamanda insanların birbirlerini linç kültürüyle sürekli yargılaması, bazı küçük ahlak eksiklikleri de toplumda belirli standartların çizilmesine ve herkesin tek bir tip görünmeye çalışmasına sebebiyet vermekte, aksi takdirde dışlanmış, yalnız ve azınlık bireylerin de bu toplum kimliği oluşumunda çoğaldığını gözlemliyorum. Yine de, bir kültür ögesinin popülerleşmesi mümkünken, bunu neoliberal tüketim çağını popüler kültürün yerine koymadan yorumlamak daha doğru ve tam olacaktır diye düşünüyorum bir diğer yandan.
Tüm bu düşünceler bir yana dursun; tarihte biraz geriye gittiğimizde, kültür ve popüler kültür ana başlığı altında yer alan “tüketim” kavramına göz atarsak; şimdimize dayanan ve şimdimizi etkileyen durumları bir sebebe bağlayabilir, neyin nasıl gerçekleştiğini ve geliştiğini anlayabiliriz: Öyle ki, 1950’li yıllarda tüketim davranışları konusunda yaşanan değişimlerin önemi, bu dönemde başlayan dönüşümlerin sonraki yıllarda yaşananların temelini oluşturmasıdır. Çünkü, yukarıda da belirttiğim üzere, 1950’lerdeki gelişmeler bu dönemle sınırlı kalmamış, gelecek nesillerin yaşam tarzlarını da yörüngesine alarak bugünümüzü büyük ölçüde belirlemiştir; çünkü oldukça barizdir ki tüketim kültürü, kapitalist üretimdeki gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan ve şekillenen, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise dünya çapında yayılan bir kültürdür. 1945 sonrasını ‘özel’ kılan, ABD dışındaki kapitalist ülkelerde de genel nüfus içinde tüketimin yaygınlaşmaya başlaması, yani tüketici kategorisinde yer alan kesimlerin genişlemesidir. Ben, kapitalizmin ve “tüketici” kesimlerin genişlemesinin doğru orantısının her daim muhakkak en önemli, en töz nokta olduğuna inanıyorum. Yukarıda kurduğum cümle şuydu; “günümüz demokratik çağında hemen hemen herkesin birbirine benzemeye çalıştığı, azınlıkların daha da azaldığı hatta yer yer dışlandığı bir tektiplilik monotonu” diyordum, toplum normlarının ve değerlerinin, tüketim kültürünün 1950lerden 2025’e geldiği noktaya bakarsak; bu söylem oldukça tutarlı bence. Dominic Strinati de benim söylemek istediklerimi daha genel bir biçimde şöyle özetlemekte: “Culture, culturalism is said to be a problem because it loses sight of the distinctive Marxist emphasis upon the economy and the mode of production. However, if we want to move on from this impasse, we need to recognise how important it may be to develop a sociology of popular culture which can include both ideology and the economy in its explanations.”
1950'ler popüler kültürünü ele aldığımızda, 1950'ler Amerika'sını, popüler kültürün büyük bir dönüşüm geçirdiği bir dönem olarak ele alabileceğimize inanıyorum. Tüketim kültürünün ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, popüler kültürün iyice şekillenmeye başladığı ve toplumsal normların hızla değiştiği bir zaman dilimi olarak ele alıyorum bu yılları: Televizyonların eve girişi -ki bence hayatlarımızın kökünden değiştiği ender anlardan biriydi bu da-, müzik tarzlarındaki değişiklik, sinema, Hollywood, sivil haklar mücadelesi, ideolojik değişimler, sosyal, siyası ve toplumsal gerilmeler…
Hepsi bir bütün halinde birbiriyle ilişkili ve oldukça dönüşümlü etkilerdi. Televizyonun evlerimize girişini daha mühim bir kavram olarak ele aldım çünkü Strinati’nin de üstünde durduğu Antonio Gramsci'nin "hegemonya" kavramı, 1950'ler Amerika'sında televizyonun rolüyle doğrudan ilişkili idi. Bariz ki televizyon, devletin ve büyük şirketlerin ideolojilerini toplumun geneline yayma işlevi görmekte o dönemlerde. Bunu Marksizm’le ele alırsak, televizyonun yaygınlaşmasını egemen ideolojinin -özellikle kapitalizm ve Amerikan rüyası bağlamında- toplumun alt sınıflarına enjekte edilmesini sağlayan bir kitle aracı olarak yorumlamaktayım ben. Böylelikle, kitleler, kapitalist toplumun değerlerini içselleştirerek, toplumsal yapıyı sorgulamadan kabul etme durumunda kalıyor çünkü: ABD’nin özellikle 1950’lerden sonra dünyaya pompaladığı popüler müzik, sinema, fast food, giyim, bence bu bağlamda bir kültür değil, dünyaya sattığı mal, ürün haline gelmiş olmakta. Her sene farklı yöne eğilip bükülen bir şeyin kültür olup olmayacağı hususunda baştaki satırlarımda düşündüğüm gibi son satırlarımda da bunu düşünüyor ve sorguluyorum. Ayrıca, bir toprağın asıl sahiplerinin, geriye kalanlarını küçücük rezervlere sıkıştırıp yokmuş gibi davranan ülkede de kültür olup olmayacağına dair kafamda çok soru işareti var.
Tüm soru işaretlerime rağmen, popüler kültürün kavramsal olarak insanları aynı çatı altında birleştiren, bir nevi iyileştirici bir güç olarak da yorumlamamız gerektiğine eminim. Popüler kültür tarafımızdan inşa edildi, tarafımızdan da bu inşa bozuluyor ve asıl anlamının çok gerisinde bırakılıyor. Bizler her daim bir şeyler inşa edip, onu kendi kimliğimizle bocalayıp, paydaştırıp; sonrasında ise farklı anlamlar yüklüyoruz ve baştaki ilk inşayı bozuyoruz: Fakat asıl tezatlık şu, bir şeyin insanlar tarafından inşa edilip kültürleştirilmesi de popüler kültürdür, anlamını yitirip farklı bir kimlikle vuku bulması da popüler kültürdür. Ne tezatlık ama!