Acayip Bir Sanat Akımı: Maniyerizm
Kimilerine göre maniyerist eserler, yüzeysel natüralizmlerine rağmen tuhaf ve rahatsız edici görünüyor.
İtalyancada ’tarz’ ve ’üslup’ anlamına gelen maniera kelimesinden türetilen üslupçuluk (Maniyerizm), gerçekçi tasvir yerine bilinçli yapaylığa yaptığı vurgu nedeniyle bazen "şık stil" olarak tanımlanır. Resimdeki mükemmelliğin; sanatçının zekasını vurgulayan kriterler olan incelik, buluş zenginliği gibi niteliklerin oluşturduğuna inanılmaya başlandı. Özenle yeniden yarattığı doğa gözleminden daha önemli olan, sanatçının zihinsel kavrayışı ve detaylandırmasıydı. Bu entelektüel önyargı, kısmen sanatçının toplumdaki yeni statüsünün doğal bir sonucuydu. Artık zanaatkar olarak görülmeyen ressamlar ve heykeltıraşlar; zarafet, karmaşıklık ve hatta erken gelişmişlik için bir takdiri besleyen bir ortamda akademisyenler, şairler ve hümanistlerle yerlerini aldılar.
Maniyerizmin yapaylığı -tuhaf, bazen asidik rengi, alanı mantıksızca sıkıştırması, kıvrımlı, serpantin pozlarındaki figürlerin uzatılmış oranları ve abartılı anatomisi- sıklıkla bir endişe duygusu yaratırdı. Kimilerine göre eserler, yüzeysel natüralizmlerine rağmen tuhaf ve rahatsız edici görünüyor. Yüksek Rönesans Dönemi ile Barok Dönem arasında, yaklaşık 1520 civarında, Orta İtalya'da ortaya çıkışından sonra üslupçuluk; İtalya'nın diğer bölgelerine ve Kuzey Avrupa'ya yayıldı. Ancak İtalya'da, -büyük ölçüde Floransa ve Roma'daki sanatçıların bir ürünü- olarak kaldı. Bazı akademisyenler, üslubu Rönesans klasisizmine bir tepki olarak görürken bazıları ise onun mantıksal bir uzantısı olduğunu dile getiriyor. 1600'de üslupçular, Rönesans klasisizminin birliğini, biçim ve içerik bütünleşmesini, estetik amaç ve fikirler dengesini kasten bozdukları için eleştirildiler.
Klasisizmin artık "mükemmellik" konusunda benzersiz bir iddiası olmadığı günümüzde; Maniyerizm, Yüksek Rönesans ile onu takip eden duygu yüklü ve dinamik barok sanat arasındaki bir bağlantı olarak daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Eski modellerin yeniden yorumlanması, Michelangelo ve Leonardo da Vinci gibi Yüksek Rönesans sanatçılarının eserlerinde açıkça görülse de, hareketin sonlarına doğru ortaya çıkan bir tarz olan Maniyerizm olarak da tezahür etti. Maniyerist sanatçılar, Rönesans döneminde oluşturulan ilkeleri yeni uç noktalara taşıyarak klasisizme stilize bir bükülme getiren bir estetikle sonuçlandırdılar. Maniyerist sanatçılar, Yüksek Rönesans sanatçılarının tasvir ettiği mükemmeliyetçilikle ilgilenirken, onu kopyalamaya çalışmadılar. Bunun yerine, Rönesans ilkelerini abarttılar ve idealizm peşinde koşmak yerine kendini ifade etmeyi tercih eden işlerle sonuçlandırdılar.
Maniyerizm ile Barok arasındaki köprü, Jacopo Tintoretto’nun “İsa’nın son akşam yemeği” resmi olarak nitelendirilebilir. Rönesans dönemi sanatçısı Leonardo Da Vinci’nin aynı konulu eseriyle karşılaştırıldığında; yapıtta resim düzlemine paralel olan masayı Tintoretto, resim düzlemine çapraz yerleştirerek kompozisyon düzeni açısından önemli bir yenilik getirmiştir. Tintoretto’nun hareketin öğretilerine bağlı kaldığı yapıt, dönemin en karakteristik örneklerinden biridir.
Maniyerist sanatçıların Yüksek Rönesans tekniklerini "bir adım öteye" götürmesinin birincil yolu abartmaktır. İtalyan bir sanatçı olan Parmigianino'nun öncülüğünü yaptığı Maniyeristler, gerçekçi oranları reddettiler ve bunun yerine inanılmaz derecede uzun uzuvları ve garip bir şekilde konumlanmış vücutları olan figürler yaptılar. Bu gerilmiş ve bükülmüş formlar muhtemelen hareket önermek ve dramayı artırmak için kullanıldı. Michelangelo’nun “Davut” heykelinde görülen; kollardaki abartılı uzama, daha önce kullanılan şekilcilikten farklı olan abartılı sanatın akımının etkisine örnek olarak verilebilir.
Maniyerist sanatçılar, hem tuvalleri hem de heykelleri ezici bir dekoratif öge bolluğuyla kaplayarak ayrıntılı süslemeye olan ilgiyi yeniden değerlendirdiler. Bu konsepti, şaşırtıcı şekilde yeni seviyelere taşıyan sanatçılardan biri; bitki örtüsünden, hayvanlardan ve buluntu nesnelerden yapılmış tuhaf insan portreleri yapan bir ressam olan Giuseppe Arcimboldo’dur.
Maniyeristler, Yüksek Rönesans ressamları tarafından kullanılan natüralist renkleri terk ettiler ve bunun yerine yapay ve genellikle cafcaflı tonlar kullandılar. Bu gerçekçi olmayan tonlar, doymuş paleti Rönesans'ın zengin renklerini yeni zirvelere taşıyan İtalyan sanatçı Jacopo da Pontormo'nun çalışmalarında özellikle belirgindir.