ADALETSİZLİK İÇİNDE ADALET ARAMAK 

Adalet arayışında ahlaki olarak haklı olunabilmesi ve haklı kalınabilmesi için adalet arayışının bütüncül olması gerekmektedir!


İstanbul Sözleşmesi’nin en yoğun şekilde tartışıldığı sırada bazı firmalar da doğru bir tavır takınıp açıklama yayımlayarak sözleşmeyi desteklediklerini açıkladılar. Sosyal medyada bu firmaların isimleri sürekli geçip durdu ve destekleri için teşekkür edildi. Ancak bir firma vardı ki neredeyse iki gün gündemde kalıp bolca övüldü. O firma da bir hayvansal süt firmasıydı. Twitter üzerinden yaptığı açıklamada “Çağdaş Türkiye’yi inşa etme yolunda bir kilometre taşı olan İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmalıyız. Tüm yetkili kurumları, paydaşlarımızı ve müşterilerimizi bu tarihi sorumluluğu üstlenmeye davet ediyoruz,” dendi. Açıklamaya “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” sözleriyle son verildi. Birçok kişi bundan sonra bu firmanın hayvansal süt ürünlerini tüketeceğini böylece doğru tarafta olduğunu göstereceğini söyleyip durdu. Bense zaten haklı olunan bir adalet arayışında sömürü ve yaşam hakkı ihlali üzerine kurulmuş bir firmanın desteklenmesinin ötesinde ciddiye alınmasına bile karşıyım.

Daha anlaşılır olmak için hayvansal süt endüstrisinin işleyişine bakmalıyız. Öncelikle tüm memeliler gibi inekler de sadece yavruları olduklarında süt salgılarlar ve bunu kendi yavruları için yaparlar, insanlar için değil. Hayvansal süt endüstrisi ise sürekli süte ihtiyaç duyduğu için ineklerin sürekli buzağı doğurmasını ister. Bunu da inekleri yapay şekilde dölleyerek yani tecavüz ederek yaparlar. Bunun kullanılan iki yöntemi vardır. Doğrudan el yoluyla veya tecavüz askısı yardımıyla alet yoluyla spermler vajinaya aktarılır. Hayatı boyunca süt vermek için sürekli tecavüze uğrayan inekler yavrularıyla hamilelik sırasında oluşan bağa rağmen doğurduktan sonra hemen ayrılır çünkü buzağının hakkı olan süte insan taliptir. Eğer yavru erkekse, süt endüstrisi için faydası yoktur ve öldürüp et endüstrisinin işleyişine dahil olur. Yavru dişiyse küçük kafeslere konup ayrı bir bölüme götürülür. Burada yem ve biberonla beslenip tecavüz edilecek olgunluğa gelmesi beklenir. Anne inek makine ile sürekli sağılır. Makine yüzünden memelerinde yaralar oluşur ve bunlarla yaşar. Vücudu artık iflas edene kadar sömürülür. En sonunda da süt verimi düştüğü için kesime gönderilip öldürülür. Yani hayvansal süt endüstrisinde reklamlardaki gibi veya sanılan gibi mutlu ve çimlerde oynayan inekler yoktur. Genelde yaşamları boyunca çimle temas bile edemezler. Tahakküm üzerine kurulu hayvancılık endüstrisinden bir firmanın şiddet karşıtı gibi davranması ve yaşamı savunuyormuş gibi gözükmesi samimi olamaz.


Bu bilgilerden sonra tekrar İstanbul Sözleşmesi’ni destekleyen hayvansal süt firmasına ve neden ciddiye alınmaması gerektiğine gelecek olursak şu soruları cevaplamamız doğru olur:

1) Adalet arayışında kalabalık olmak mı daha önemli, yoksa ahlaki olarak haklı kalabilmek ve tutarlı bir şekilde ilerleyebilmek mi?

2) Adalet arayışında günü kurtarmak mı önemli, yoksa geleceği etik bir şekilde sağlam adımlarla inşa edebilmek mi?

3) Hak talebinde bulunanların kendi sebep oldukları haksızlıklarla yüzleşemeden başarılı olmaları mümkün mü?

4) Tutarsız kişi, grup ve kurumlar ne kadar güvenilir olabilir?


Eğer tüm sistemi bir piramit gibi düşünürsek ve güç hiyerarşisine karşı çıkacaksak, sadece bizden daha güçlülerle olan ilişkimizin düzenlenmesini değil bizim altımızda bulunan, daha çok şiddet, baskı ve zulüm görenleri de düşünmeliyiz. Adalet arayışımızı da buna göre şekillendirmeliyiz çünkü sadece bu yolla ahlaki olarak haklı kalabilir, sayıca daha az gibi gözüksek bile haklılığımızdan güç alıp herkes için daha adil bir gelecek inşa edebiliriz. Ayrıca bu yolla farklı hiçbir çıkar grubunun dolaylı veya dolaysız aleti olunmaz.

Yine daha anlaşılır olması için gündemde olan başka bir örnek üzerinden gidelim. Ton balığı üreticisi olan bir firma kapalı devre çalışma sistemiyle gündeme geldi ve birçok kişi bunu haklı olarak kölelik düzenine benzetti. Ben bu yazıyı yazarken bu firmada çalışanların 56'sı hastanedeydi. Bazı kişiler firmanın boykot edilmesi gerektiğini dile getiren çağrılarda bulundu. Eğer tüm deniz ekosistemine zarar veren, hayvanların yaşam hakkının ihlali üzerine kurulmuş ve en son da işçileri köle gibi çalıştıran, hatta virüs kapmalarına sebep olan, bu firma sırf kendi çıkarları için İstanbul Sözleşmesi’ne açıktan destek verse ne olacak? Biz adalet arayışının içinden (kadınlar, işçiler, hayvanlar) bize en uygununu seçip beğenip mi alacağız? Bu sorunun cevabı açık şekilde hayır olmalı ve ezilenler arasında fark gözetmemeli. Bugün İstanbul Sözleşmesi’nin korunması yarın başka son derece kritik ve hayati olan bir adalet arayışına özünde sömürü, baskı, zulüm ve adaletsizlik olan firmalar, kişiler, gruplar dahil edilmemeli, ciddiye alınmamalı hatta net bir şekilde bu ne cürret diye sorulabilmeli. Ataerkil düzene ve insan merkezli türcü düzene aynı anda itiraz edilmeli. Tahakkümün her türlüsü reddedilmeli.

Adalet arayışında ahlaki olarak haklı olunabilmesi ve haklı kalınabilmesi için adalet arayışının bütüncül olması gerektiğinin anlaşılması dileğiyle. İNSANA ADALET! HAYVANLARA ADALET! YERYÜZÜNE ADALET!