Adonis: Aşk ve Kanla Yeşeren Bir Efsane
Adonis’in aşkı ve kaybı, kanla sulanan topraklardan yükselen bir çiçekle ölümsüzleşir.
Umutsuzluk, yaşamın en karanlık ve ağır parçalarından biridir. Çaresizliğin, gösterilen çabanın sonuçsuz kalmasıyla birleştiği anlar, insan ruhunun en savunmasız anlarını oluşturur. Antik Yunan mitolojisi ise bu duyguları tanrıların dahi yaşayabileceğini gösteren hikayelerle doludur. Adonis’in hikayesi, bu kırılganlığın ve savunmasızlığın en dokunaklı örneklerinden biridir. Güzelliğiyle tanrıları bile büyüleyen genç Adonis ve aşk tanrıçası Afrodit’in ilişkisi, büyük bir bağlılık ve kaybın izlerini taşır. Afrodit’in sevgisi, Adonis’i ölümsüz kılma çabasıyla birleşirken kaderin dokunuşu tüm planları altüst eder. Bu eşsiz hikayeye tanıklık etmek için doğru zamandasınız.
Çiçekler hakkında ünlü hikayelerden birisi de Adonis’e aittir. Yunanlar her yıl onun için yas tutarlardı ve genç kızlar her yıl onun çiçeği olan kan kırmızısı anemonun, yani rüzgar çiçeğinin, yeniden açtığını gördüklerinde sevinirlerdi. Bu hikayede aşk tanrıçası Afrodit, ne kadar tanrıça da olsa aşk acısını insanlar gibi tadacaktı; çünkü güzelliğiyle tanınan genç Adonis’e aşık olmuştu. Afrodit aslında Adonis’i doğduğu an görüp onu sevmişti ve onun kendisinin olması gerektiğini düşünmüştü. Bu sebeple Adonis’i her şeyden uzak bir yerde büyütmek istedi ve onu yeraltı dünyasında olan Persephone’ye götürdü.
Fakat büyük bir sorun vardı ve bu sorun yıkıcı durumlara sebep olacaktı. Persephone de tıpkı Afrodit gibi Adonis’i gördüğü an çok sevmişti. Onu Afrodit’e geri vermek istemedi ve öyle de yaptı. Adeta Adonis yeraltı dünyasına hapsolmuştu. Afrodit onu almaya çabalasa bile bunu beceremedi. İki tanrıça da Adonis’ten vazgeçmeyince bu anlaşmazlığı düzeltmek üzere devreye Zeus girdi. Zeus, Adonis’in yılın yarısında Persephone ile, diğer yarısında ise Afrodit ile kalmasına karar verdi. Yani bu genç, sonbahar ve kışı ölülerin kraliçesi ile geçirirken, ilkbahar ve yazı Afrodit ile geçirecekti.
Afrodit ile olduğu süre boyunca, Afrodit hep onun peşinden koştu ve onu memnun etmeye çalıştı. Adonis’in avcılığa büyük bir merakı vardı. Afrodit, sırf onun için kuğuların çektiği ve hava boyunca rahatça süzüldüğü o arabasından inip bir avcı gibi giyinerek onunla ormanda yürüyordu. Sadece bir gün onu yalnız bırakmıştı. Kader, o bir anlık fırsatı kullanarak ağlarını korkunç bir sonla örmüştü. Olayın yaşandığı gün Adonis, ormanda tek başına bir yaban domuzunun izini sürüyordu. Av köpekleriyle birlikte hayvanı köşeye sıkıştırdı ve mızrağını sapladı. Buraya kadar her şey yolunda gidiyordu. Fakat, bu yabani domuz yalnızca yaralanmıştı.
Yaban domuzu, acıdan çılgına dönmüş bir şekilde Adonis’e koca dişlerini geçirdi ve onu ağır bir şekilde yaraladı. Afrodit, gökyüzünde kanatlı arabasında süzülürken sevdiğinin acı dolu bağırtısını duydu ve hemen onun yanına uçtu. Adonis, Afrodit’in gözü önünde beyaz teninden koyu kırmızı kanlar süzülürken son nefesini veriyordu. Afrodit onu öptü, ancak Adonis, öpüldüğünü bilmeden çoktan can vermişti. Kanının toprağı lekelediği yerden bir kızıl çiçek yükseldi ve bu çiçek onu sonsuzlaştırdı.
Baharın Gizemli Çiçekleri Hakkında Bir Sav
Özellikle baharın bu güzel vakitlerinde ölen gençlerin çiçeğe dönüşmesi hakkında hikayelerin ardında karanlık gerçeklerin olduğu düşünülür. Bu tarz hikayelerin uzak geçmişte yaşanan olaylara ışık tutuyor olma ihtimali vardır. Yunanistan’da bugün dinlediğimiz hikayeler anlatılmadan veya şiirler söylenmeden çok önce insanlar yalnızca kendi yaşamlarının tamamen ekim ve hasada bağlı olduğu ve kanlarının toprağı besleyebileceği yönünde gerçekliği o zamanlar bile belli olmayan bir anlayışa sahipti.
Böyle bir durumda, eğer güzel bir genç öldürülmüşse, daha sonra toprakta nergis veya sümbüller büyüdüğünde, bu çiçeklerin o gencin kendisi olduğuna, değişmiş ama hâlâ yaşıyor olduğuna inanmak doğal gelirdi. Böylece insanlar, bunun gerçekleştiğini birbirlerine anlatır, bu hoş mucize sayesinde acımasız ölümü daha az zalim gösterirlerdi. Kimse bir zamanlar bu tür korkunç şeylerin yapıldığını hatırlamazdı. Hyacinthus’un, akrabaları tarafından onları doyurmak için kurban edilmediğini, yalnızca üzücü bir hata sonucu öldüğünü söylerlerdi.