Akışta Kalayım Derken Hayatı Kaçırmak
Kendinin bile kendine uzak olması.
Standart bir hayatın için yaşayan insanlarız aslında. Bir işimiz, bir ailemiz, arkadaşlar, belki bir hobi... Bazen kendi hayatımızın gündemi bile olamayız ya, koşturmaktan, bekleneni karşılamaktan, sorumluluklardan öteye gidemeyip kendine kendinin bile ne istediğini soramaz insan bazen. Günde beş dakikası olmaz mı insanın kendine ayıracak? Çoğu zaman olmaz. Onun derdi, bunun tasası, şunun işi derken kendini bulamazsın çoğu zaman. Kendi hayatının bile figüranı olduktan sonra anlarsın ki senin standartların artık kalmamış, senden sana bir şey bırakmamışlar bile. Peki, o zaman neden bu benim hayatım ki?
Her yaşta bir keşken olur. Çocukken büyüklüğe, büyükken çocukluğa; okurken çalışmaya, çalışırken de okumaya özenip geçmişe bakıp ''Keşke daha çok...'' ile başlayan cümleler kurarsın. Mesela boş zamanında film izlemezsin de sınav zamanı izlersin sınav bittiğinde de o özendiğin şeylere çoğu zaman bakmazsın bile. Yani bu demek oluyor ki geçmişe de dönsen bin defa bininde de yapmazsın o keşkeleri. Bu bir döngüdür, dünün keşkelerini bugün sıralarken yarınların keşkelerini hazırlarsın. Yıkılmaya çalışan bir şeyi tutmaya çalışmak gibi nereye elini atsan diğer taraflar yıkılır. Bir parçayı tutayım derken diğerini kaybedersin ve sonunda kendini ait ve memnun olmadığın bir yerde senelerce vakit geçirmiş elinde ''keşkelerinden'' başka hiçbir şeyi olmayan bir hayatı heba etmiş bir halde bulursun. Akışta kalayım derken sürüklenmenin dışında hiçbir şey yapmamışsındır aslında. Bir an bile sormamışsındır aslında kendine ''ben gerçekten ne istiyorum.'' Kendin için hiçbir şey yapmamışsındır, bir hayatı birileri uğruna heba etmiş, belki iyi insan olarak anılmak uğruna kendi değerlerinden, , ideallerinden, isteklerinden ve hatta hayatından bile vazgeçmiş biri. Ne kazandırdı bu sana?
Hayatımızda hiçbir şey yapmadığımız, ne yapacağımızı bilmediğimiz, belki de o boşluğa düştüğümüz o zamanlar kendimiz için en iyi zamanlardır aslında. ''Şimdi ben ne yapacağım?'' diye sorduğumuz o anlar. O anlardan muhteşem dönüşlerle çıkabiliriz tabi bu noktada kulaklarımızı etrafa kapayıp kendini dinlemen gerekir. Kendin için bir şeyler yaparak başlayabilirsin mesela bir kitap okuyarak, spora giderek, sinemaya giderek, kendin ile baş başa kalmak. Üniversiteyi hiç istemediğim bir şehirde okurken arada buhranlar gelirdi mesela bana o zamanlar kimseyle değil sadece kendimle çıkardım dışarı. AVM'de saatlerce gezerdim, yemek yerdim, sinemaya girerdim, kıyafet bakardım, kahve içerdim, mağaza mağaza gezerdim, ne istiyorsam onu yapardım mesela. Kitapçılarda saatlerce dolaşırdım, kitaplara bakardım. Bu benim için şarj olma yöntemiydi, sosyal pilim bittiğinde kendimle kalmanın tadını çıkarırdım.
Bu tür anlar aslında insanın kendini bulduğu, gerçek isteklerini ve ihtiyaçlarını fark ettiği anlardır. Çünkü yalnızlık, çoğu zaman korkutucu bir kavram gibi gelse de, aslında insanın kendine en dürüst olduğu yerdir. Başkalarının beklentileri yoktur, sorumlulukların sesi susmuştur ve geriye sadece sen kalırsın. Bu sessizlik, kendi içindeki karmaşayı duyabilmek için harika bir fırsattır.
AVM'de kitaplara bakarken, sinemada bir film izlerken ya da kahveni yudumlarken bir şey fark edersin: Hayat aslında o kadar da karmaşık değildir. İnsan sadece kendiyle barıştığında, o keşmekeşin içinde bir düzen bulabilir. Dışarıda yaşadığın kargaşa, aslında içeride, kendi içinde de vardır. Ama kendine zaman ayırdığında o iç karmaşanın nasıl yatıştığını görürsün. Belki bir kitap cümlesinde kendini bulursun, belki bir film sahnesi sana cevap olur ya da bir şarkının sözleri içindeki o sessiz çığlığa tercüman olur.
İşte bu yüzden, kendine zaman ayırmak bir lüks değil, bir ihtiyaçtır. Çünkü ne kadar verirsen ver, ne kadar çabalarsan çabala, kendini ihmal ettiğinde hiçbir şey gerçek anlamda tamamlanmaz. Yarım kalır, eksik hissedersin. Oysa insanın kendine verdiği değer, hayattaki diğer her şeye nasıl yaklaştığını belirler. Bu hayat senin istersen rüzgarda yaprak olursun istersen rüzgarın ta kendisi.