Aliye Berger ve Güneşin Doğuşu
Karşınızda Aliye Berger, hayat hikâyesi ve onun gözünden Güneşin Doğuşu.
Türkiye’nin ilk oyma gravür kadın sanatçısı olan Aliye Berger 1903 yılında Büyükada’da doğar. Kabaağaçlızade Mehmed Şakir Paşa ve Giritli Sare İsmet Hanım’ın kızı, Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı) ve Fahrünnisa Zeyd’in kardeşi olan Berger; Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nde eğitim görür. Birçok sanatçı ve yazarın olduğu bir ailenin üyesi olan Berger bir süre özel olarak resim ve piyano dersleri alır. Piyano eğitiminin üzerine Karl Berger’den keman dersleri almaya başlayan Aliye, keman hocasına âşık olur. 23 yıl süren bir birliktelik, Karl Berger’in ölümüyle birlikte son bulur.
Karl Berger’in ölümünden sonra aşkını gravüre yansıtır. Kendisini gravür sanatına adayan ve üne kavuşan Aliye Berger oymalar, kazımalar, siyah beyaz renkler ile iç dünyasını gravüre yansıtır ve bu sanatı Karl’ın acısını unutmak için seçtiğini anlatır.
Berger ilk sergisini 1951 yılında İstanbul Fransız Konsolosluğu’nda 140 parça gravürle açar. 1954 yılında Yapı Kredi Bankası’nın düzenlediği bir yarışmaya Güneşin Doğuşu isimli tablosuyla katılan Aliye Berger yarışmada birincilik ödülünü alarak adını geniş sanat çevrelerine tanıtır ve üne kavuşur.
Yapıldığı sıralarda çokça tartışmaya sebep olan Güneşin Doğuşu’nu Aliye Berger şöyle anlatır:
“O tablonun üzerinde çok düşündüm. Göze fazla çarpan tablodan fırlayan şekillerden hoşlanmam. Bir odanın, bir köyün, bir şehrin veya bir insanın muayyen bir zaviyeden görünüşünü canlandırmaktan kaçınmaya çalışmak gerektiğine inanıyorum. Kendi hesabıma hayatı bütünü ile umumi olarak görmek istiyorum. O tabloda toprak, deniz ve güneşle haşır neşir olan insanları, musikiden bir misal verecek olursam, Mozartvari diyebileceğim motiflerle işlemek istedim. Bir köşeye buğday yüklü bir araba, başka tarafa buğday yıkayan kadınlar, bir fabrika, bir koyun sürüsü koydum. Sonra süngercileri ele aldım. Ege kıyılarında denize dalan süngerciler, suyun dibinde eski zamanlardan kalma uzun toprak küpler bulurlarmış. Bizim adadaki evde de vardı o küplerden. Kadınlar süngercilerin içine sünger doldurdukları küpleri omuzlarına vurup evlerine yollanırlarmış. Tablonun sağ tarafı buna dair. Sonra denizin çizgilerine, balıkları göstermeden, balıkların suyun içindeki hareketlerini, çırpınışını vermeye çalıştım. Ayrıca bir köşede bir sepet dolusu balık da var.”
Yazıyı benim de favori sanatçılarımdan biri olan Aliye Berger’in kendi eserleri hakkında kurduğu cümle ile bitirmek isterim.
‘Aşkla yaşadım. Ölümler bile öldüremedi bendeki aşkı. Coşkuyla, aşkla ve sevgiyle yarattım ne yarattımsa.’