Alkestis ve Deli Dumrul

İki farklı dönemin, aynı konuya ilişkin bakış açılarına göz gezdirmek ve biraz kafa yormak.

Fedakar, vefalı, parmakla gösterilen, şöhreti bol; hayatlarından biricik eşleri için vazgeçmeye razı olan saf ve duru kalpli kadınlar... Topluma örnek, topluluğa bir ders gibiler, evet, o zamandan başlıyor yolculuk. 

İki farklı kültür, iki birbirinden benzersiz sosyolojik yapı ancak anlatılanı ayırt etmekse amaç, kafa yormak gerek. 




İlk olarak ele alınıp incelenmesi gereken ve aynı motifler işlenmesine rağmen göze çarpan başlıca farklılık başlıklardır. 

Euripides'in Alkestisinde başlık, kadının adıdır ancak Dede Korkut'un Deli Dumrulu'nda adından da anlaşıldığı üzere ana karakter olan erkeğin ismi geçer. 

Buradaki farklılık aslında o dönemin kadına olan bakış açısını ve verilen değer ile açıklanabilir. 

Alkestisteki ilgi çekici birkaç nokta esasında o dönemin kadın anlayışına ışık tutar. 

Örneğin, Alkestis’in yatakla konuşması, yatağa vedası. Bu kısım gariptir ki, o vakitin içerisinde bulunmuş insanlara normal gelir çünkü kadının hayatını anlamlandıran "bekaret" kavramına öylesine içten bağlı olması gerekir ki, kadın o "değeri" kaybettiği yere veda etme ihtiyacı hissetmelidir ve hisseder. 

Admetos’un derdi karısının ölüp ellerinden kaymasına ek olarak evlatlarının öksüz kalmasıdır. Ancak bu öksüzlük büyük bir çoğunlukla kızı içindir. "Bir erkek çocuk şüphesiz babasında kuvvetli bir siper bulur fakat sen kızım, bakire hayatını nasıl bir şerefle yaşayacaksın?"

Alkestis’in kızının tek ve nihai amacı uğruna şerefli bakire hayatını feda edebileceği bir erkek bulana kadar kendisini korumaktır. 

Admetos hem üzgün hem de öfkelidir, bu karmaşık ruh hali ihtiyar babasınadır. Babası saçlarına ak düşmesine rağmen güneşi görmenin, hayatın tatlı oluşunun sarhoşluğundadır. Aynı Deli Dumrul'un babasının düşündüğü gibi, "Dünya tatlı, can aziz." 

Admetos‘un babasının dikkat çekici bir cümlesi ise şudur: "... beni evlatsız bir baba yapmadı ve son senelerimin senden mahrum olarak matem içinde geçmesine müsaade etmedi, bu cömertçe cesaretle şöhretini bütün kadınların üstüne çıkardı." 

Alkestis’in kendini feda etmesi bir bakıma diğer kadınların, eşlerin yarışı haline gelebilir niteliktedir. Çünkü bir kadının kocası için kendini ölümün elleri arasına bırakması o kadar cesur bir davranıştır ki, diğer kadınlar için rekabet edilebilir bir alan haline gelmeye müsaittir. Kadın bir yatak arkadaşı, bir anne, bir de sadakatli ve arı bir eştir. Fazlası değil. 

Pheres, baba, kadını bir eş olarak değil, satın alınmış bir esir olarak da görür. "Birçok kadına talip ol ki senin için ölenler birden fazla olsun." diyerek safını da ayrıca belli eder. 


Daha sonraki bölümlerde ilgi çekici olan bir nokta da şudur, erkeğin toplumdaki yeri üzerindeki kaygısı. 

Admetos düşünceli bir biçimde kafasına vurur, kendisi değil de karısı öldüğü için toplumun ona yükleyeceği yargılar, onu ürkütür. Bunun nedeni ölmeye cesaret edemediği sebebiyle "erkek" sayılmama durumudur. 


Bu içsel ve dışsal çatışmaların arasında aslında Deli Dumrul'un asiliğine, dobralığına ve cesaretine benzer nitelikte bir figür çıkagelir: Herakles. 

Admestos'un misafiridir, habersizdir olanlardan bu yüzden umursamazca yer, içer, kafasında çelenklerle gezer. Olanları hizmetliden öğrenir ve Admestosun misafirperverliğine hitaben Hadesle savaşıp Alkestisi kurtarmayı gaye haline getirir ve yapar da. 

Hadesle mücadele ederek Admetos’un yanına gider ancak Admetos karısını getirdiğini değil de, başka bir kadını getirdiğini zannederek kadını kendinden uzak bir yerlere götürmesini ister. Bunun ilk nedeni, kadının Alkestise çok benzemesinin ona acılarını hatırlatmasının yanı sıra, bu çatı altında erkeklerle beraber oturarak nasıl "saf" kalacağı düşüncesidir. Ancak Heraklesin tekrar evlenirse acısının dineceği ısrarı ve aslında kadının Alkestis olması hikayeyi mutlu sona bağlar. 


Dede Korkut hikayelerindeki kadın karakter eş ve anne olarak erkeğin tamamlayıcısıdır. En belirgin rol Deli Dumrul hikayesindeki gibi sorgulamadan, düşünmeksizin canını vermeye hazır kadındır. O ideal eştir. 


Deli Dumruldaki hikaye akışı Alkestise nazaran kısa ve özdür ancak temelde işlenen konu ve motifler benzer özellik taşır. 

Deli Dumrul'un Azrail'e başkaldırışı Heraklese özgü bir karakteristik özelliktir, Admetos bu soğuklanlılığı koruyamamıştır, burada yine Deli Dumrul bir erkek olarak toplumsal yargıya dair bir endişe taşımayarak Admetostan ayrılır. Ortak sayılabilecek nitelik, eşlerine duyulan sevgi ve saygıdır. İkisi de eşlerine sadıktırlar ve gönülden bağlıdırlar. 

Hikayelerin paylaşılan bir diğer hadisesi, aileler ve eşlerdir. Deli Dumrulda bu sefer anne karakteri de ön plandadır, annesi oğluna onun uğruna kendini feda edemeyeceği haberini vermeden önce adeta ona yağ çeker ve bu methiyelerin bahsettiği tek şey, oğlunu dokuz ay karnında taşımasından dolma beşiklerde sallamasından ve ak sütüyle beslemesinden başka bir şey değildir. Çünkü annenin bizatihi görevi sadece budur.

Baba figürü de annenin verdiği karşılığı aynen oğluna iletir, Deli Dumrul'un başı iyice sıkışır ve son çare helalinden canını vermesini istemesidir.


Helali öyle sevgi doludur ki Deli Dumrul'a, ailesinin yapmadığını yapma "cesaretinde" bulunur. Koç yiğidim, şah yiğidim der, benim canım senin canına kurban olsun" diyerek atılır. 

"Karşı yatan dağları senden sonra ben neylerim" diye sorar. Çünkü erkek figürü bu dünyadan göçtükten sonra kadın için hiçbir şeyin manası kalmaz olur, tek başına bir hiçtir kadın. 

Son ortak nitelik, mesut bir şekilde biten sonlardır. 

Azrail, Allahtan aldığı emir ile canlarını almaz ne eşinin ne de Deli Dumrul’un. Çünkü onlar sevdalıdır, cesurdur. E bir de iki tane erkek bebeleri vardır. Azrail, artık deyimi yerindeyse bir ayağı çukurda anne babasının canlarını alır ve masal böylece Deli Dumrul'un lehine mutlu bir sona erer.


Roller değişir, özellikler devinim içindedir, erkek evrilir, erkek örnek gösterilir, ancak kadının yeri hep aynı mıdır? Bundan 500 yıl önceyle şimdi arasındaki fark gerçekten uçsuz bucaksız mıdır? Yoksa kadın herkesin alışılageldiği ve erkeklerin arzusuna göre şekillenen, böyle gelmiş, böyle giden, kabul görmeye "çalışılan" bir varlık mıdır?
Bu sorulara kati surette nihai bir cevap verememenin çaresizliği ve huzursuzluğu özellikle de bir kadın olarak ne kadar yük olsa da omuzlarımıza, bu dünyada kadının adı geçtikçe var olma gayreti; benliğini haykırma çabası ile yanıp tutuşan ruhu hiçbir zaman sönmeyecek, uçup gitmeyecektir.