Altın Elmanın Laneti: Truva’yı Ateşe Sürükleyen Seçim
Kader, bir elmanın gölgesinde yazıldı; aşk ve savaşın yolları Truva’ya düştü.
Olympos’un zirvesinde, tanrıların kahkahaları arasında kader yeniden yazılıyordu. Fakat göklerde yankılanan neşeli seslerin arasında bir tanrıçanın öfkesi saklıydı: Eris, nifak ve kötülüğün vücut bulmuş hali. Davet edilmediği düğünün intikamını almak için tek bir hamle yaptı—ve bu hamle, bir şehrin, bir halkın ve bir çağın sonunu getirdi. Bir elma düştü ve dünya yandı.
Günlerden bir gün Olympos dağında tanrıça Thetis ile Peleus’un düğünü vardır. Bu görkemli düğüne bir kişi hariç herkes çağırılır. O istenmeyen misafir ise nifak ve kötülük tanrıçası Eris’tir. Zeus onun düğünü bozacağını düşündüğünden onu ortamda istemez. Fakat kötülük tanrıçası bu durur mu? Çağrılmadığını fark ettiğinde kızgın bir lav kadar öfkelenir ve onu çağırmadıklarına pişman edecek bir plan hazırlar.
Altın renkli çekici bir elma hazırlar ve bu elmanın üstüne en güzele yazar. Hazırladığı bu elmayı düğünün ortasına fırlatır. Zekâ ve akıl tanrıçası Athena elmanın ona geldiğine inanırken tanrıça Hera kendisine geldiğine inanır. Güzellik tanrıçası Afrodit ise bu elmanın diğerlerinden herhangi biri için gelmediğine aslında kendisi için geldiğine inanır. Bu üç önemli tanrıca başlarlar bir tartışmaya. Durum içinden çıkılmaz bir hale gelince Zeus’tan yardım isterler. Zeus ise çok arada kalır. Karısını seçerse diğerleri öfkelenecek diğerlerini seçerse karısı öfkelenecekti. Zeus bu sebeple bitli yorganı üstüne almaz ve bu kararı vermesi için bir ölümlüyü seçer. Bu kişi de Truva prensi Paris’tir ama Paris’in Truva prensi olduğundan haberi yoktur. Şimdi biraz eskilere gidelim ve Paris’in bu durumdan neden haberdar olmadığını anlayalım.
Günlerden bir gün Truva kraliçesi Hecabe Paris’e hamileyken bir rüyaya dalar. Rüyasında karnından bir alev topu çıktığını ve bu alev topunun tüm Truva’yı yıkıp küle çevirdiğini görür. Hemen kahinlerin yolu tutulur ve rüya anlatılır. Bunun sonucunda korkutucu kehanet ortaya çıkar. Kahinlerin söylediğine göre doğacak çocuk Truva’nın sonunu getirecektir. Elbette bu haber halk arasında yayılır ve halk bu durumdan endişelenir. Bunun sonucunda kral Priamos ile kraliçe Hecabe doğan bebeği kaz dağlarında ölüme terk eder.
Fakat her zaman söylediğimiz gibi kaderden kaçılmaz. Bu yeni doğan bebeği çobanlar bulur ve onu da çoban olarak yetiştirirler. İşte elmanın sahibine karar verecek olan kişi Truva prensi olduğundan habersiz olan Paris’tir. Karar Paris’e kalınca tanrıçalar hemen onu bulur. Her birinin farklı vaadi vardır. Eğer seçilirse Athena sonsuz zekâ vereceğini Hera ise sonsuz zenginlik ve kuvvet vereceğini söyler. Bunların yanında Afrodit çok daha cazip bir teklif sunar: tüm diyarların en güzel kadını Helen’i ona ulaştırmak. Paris elbette Afrodit’in teklifini kabul eder. Hera ve Athena bu yenilgiyi kabul edemez.
Sonrasında annesini babasını bilmeden büyüyen Paris, Truva’da yapılan bir müsabakaya katılır. Bu müsabakada hünerlerini gösterir ve dikkatleri üzerine çeker. İşte o anda Hecabe oğlunu tanır. Kaderin onu evine geri dönderdiğini düşünür ve Paris ailesine kavuşur.Tüm bu olanlardan sonra Paris bir gün Sparta’ya gider. İşte bundan sonra yaşanacak olanlar kehaneti doğrular niteliktedir. Sparta kralı Menelaos Paris’i çok güzel bir şekilde ağırlar ve Paris de kralın günlerce misafiri olur. Misafirlik günlerinden birinde Helen ile karşılaşır. Afrodit’in dediği olmuş Helen ile Paris artık karşılaşmıştı. İşte olayların kırılma noktası tam olarak burasıdır. Paris’in dönüş günü gelmiştir ve giderken Helen’e onunla gelmesini teklif eder. Helen ise bu teklifi kabul eder ve kraldan kaçmış olurlar. Truva’ya döndüklerinde hemen evlenirler. Kral Priamos, oğlu ve gelininin ne kadar mutlu olduğunu gördüğü için gelini Helen’i geri göndermez. Bu karar uzun süren o yıkıcı savaşın başlangıcı için son nokta olur.
Ve böylece, kaderin çizdiği yollar Paris’i Truva’ya, Helen’i de sonsuz bir savaşın ortasına sürükledi. Bir elmanın tetiklediği bu olaylar zinciri, sadece bir aşk hikâyesi değil, kralların tahtlarını sarsan, kahramanları doğuran ve bir medeniyetin sonunu getiren destansı bir felakete dönüştü. Peki ya sonra? Truva’nın surları bu aşka ve ihanete ne kadar dayanabilecekti?