Midas’ın Altın Dokunuşu:Servet mi, Lanet mi? (Bölüm 1)

Altının dokunamadığı bir gerçeklik var mıydı? Kral Midas, en büyük servetinin en büyük kaybı olduğunu çok geç anladı.

Bir gece, Midas’ın Altın Dokunuşu:Servet mi, Lanet mi? (Bölüm 1)zindanlarına inip altınlarının ışığında kendini hayranlıkla seyrederken, karanlığın içinden bir ses yükseldi. Bu ses, Midas’a bir seçim sundu: Dünyanın en büyük serveti mi, yoksa altının dokunamayacağı bir gerçeklik mi? Kral tereddütsüz kararını verdi. Ancak unuttuğu bir şey vardı—tanrılar, insanlara hayallerini verirken, onların bedelini de fazlasıyla ödettirirdi.

Uzak diyarlarda Midas adlı kralın yönettiği bir krallık varmış. Bu kralın o kadar çok altını varmış ki koskoca bir şehri satın alabilirmiş. Midas altınlarına çok düşkünmüş ama onun bu servetini nereye sığdırdığını kimse bilmiyormuş. Halk bu durumu sürekli sorguluyor ve bu durum hakkında teoriler üretiyormuş. O sırada zengin kral altınlarını zindanda tutuyormuş. Her gün zindana iner ve tüm altınlarını sayarmış. Kraliçe, uzun vakitlerini burada harcayan Midas’ın bu halini garipser ve ona altınları birden kaybolursa delirebileceği hakkında şakalar yaparmış. Midas esprisini bile yapmamasını ve bu altınların dünyadaki en değerli şey olduğunu söylermiş. Kraliçe ise altının değerli olduğunu kabul edermiş ama mutluluğu satın alabilecek kadar değerli olmadığını belirtirmiş. Elbette gözünü hazine bürümüş kral bu fikre katılmazmış. Kral Midas gün geçtikçe daha fazla vaktini zindanda geçiriyor ve sürekli altınlarını sayıyormuş.

Günlerden bir gün sarayın bahçesinde basit giyimli yolunu kaybetmiş bir adam bulunmuş. Midas onu uzak diyarlardan geldiğini anlamış. Zavallı adam yolunu bulana kadar Midas onu kendi ülkesinde misafir etmiş. Meğerse bu adam şarap tanrısı Dionysos’un yaşlı arkadaşı ve akıl hocası Silenos’un ta kendisiymiş. Tabii ki Midas’ın bundan haberi yoktur.

Silenos saraydayken gereken her şey ayağına gelmiş. Deyim yerindeyse Silenos’un yediği önünde yemeğini arkasındaymış. Midas onu krallar gibi ağırlamış. Yaşlı adam evinin adresini bulunca saraydan ayrılma vakti gelmiş. Ertesi gece Midas yine altınlarını saymaya zindana inmiş ve karşısında dikilen birini görmüş. O kişiyi görünce telaş yapmış çünkü altınlarının çalınacağından korkmuş. Neyse ki bu kişi tanrı Dionysos’muş derken onun burada olması Midas’ı bir yandan endişelendirmiş. Dionysos, çok sevdiği bir dostu olan Silenos’u çok güzel misafir etmesinden dolayı Midas’a teşekkür etmiş ve bir dileğini gerçekleştirmeyi borç bilmiş.

Tabii ki açgözlü kral ne bir oda dolusu altınla ne de bir saray dolusu altınla yetinmiş ve Dionysos’tan dokunduğu her şeyin altına dönüşmesini dilemiş. Şarap tanrısı bu dileği gerçekleştirmiş ama bunun Midas’a mutluluk getirmeyeceğini de belirtmiş. Midas onun bir tanrı olduğu için paranın değerini bilemeyeceğini düşünmüş ve onu umursamamış.

Midas, altına duyduğu açgözlülüğün onu nasıl bir lanete sürüklediğini fark ettiğinde artık çok geçti. En büyük zenginlik sandığı şey, en büyük kaybı oldu ama dokunduğu her şeyi altına çeviren bir kral, gerçekten neye dokunmayı en çok isterdi? Ve altın, insanı ne kadar yaşatabilirdi?