Aniden

"Suddenly" filminin kendimce bir yazısı.

Görmeyen birine güneşi anlatmayı dener gibi yazacağım şimdi, umut edebildiğinin farkında bile olmayan çaresiz yürekleri duymaya çalışacağım. 

Bazen herkes biraz karanlık hissedebilir kendiyle ilgili. Bu pek de yanlış bir duygu değildir belki. Bir yanımız umutsuz olmaya meyilli parçalarımızı besliyorsa haince, bu bizim suçumuz olamaz. Ve hatta mutsuzluğa yenik biriysek. Bir çukura gömülmüş bile olabiliriz o hislerle boynumuzda bir ağrıyla sarmalanıp. 

Ama aşk, bizi o çukurdan çıkarır mı? 

Belki gerçek dünyada, onca işin gücün arasında bunların bir önemi yoktur. Birazdan çok önemli bir sınavı vardır belki birilerinin. Ya da biri bir uçağa yetişmeye çalışıyordur. Eğer o biri Ankara'daysa ve sabah 8'de metroya binmeye çalışıyorsa, inanın bana bunların gerçekten hiçbir önemi yoktur. Ya da sadece bu insanların hiçbiri henüz o güneşi görememiştir. 

Peki ya gören biri varsa bu kalabalıkta? Onun için nasıldır acaba şu gün, saat? Nerede olduğunun bir önemi yoktur belki. Uçağı kaçırmak, metroda sıkışmak, o anda kalabilmek... Bunlar öylesi büyük dertler değildir belki şu an o biri için. En ufak ihtimali olmasa bile belki, ısınmayı düşleyebiliyordur. Belki de hiçbir zaman ısınamayacak, bunun da farkındadır. Ama ısınabilmenin yalnızca hayali bile ona yetiyordur. Aşk biraz böyle çünkü. Sana hiç görmediğin güneşi düşletebilir. Zamanı durduramaz elbette ama sana o anı yıllarca aynı hislerle tekrar tekrar yaşatabilir. 

Onlarca satır karalamaya, yazıp yazıp silmeye gerek var mı bilmiyorum. Belki de sadece bir tuzluk anlatmalıyım. Belki de birinin birini sevmesi için bir renk, bir koku, bir oyuncak yüzük ya da bir tuzluk yeterdir. 

Şimdi gelelim bu tuzluğun neden bende bu kadar büyük bir etki bıraktığına. Açıkçası ben bu filmdeki tuzluk sahnesini izledikten sonra yalnızca gülümsemekle kalmadım boş bir duvara bakıp bir süre düşündüm. Bu kadar güzel anlatılması mümkün müdür herhangi bir şeyin bilmiyorum ama âşık olduğu insanı bir tuzluk sesinden tanıyabilen insanlar var kimi şehirlerde, artık bunu biliyorum. 

Bazısında sesler, bazısında renkler yok. Bazısı sanıyor ki belki kendisinde bir kalp bile yok. Ama bir tuzluk tüm dengeleri öyle değiştirebiliyor ki tüm bu noksanlıklar dans ediyor bir köşede sessizce. Hiçbiri olması gerektiği yerde değil evet, bizden çok uzaktalar; olabilir ya. Ama hiçbiri birbirine çarpmadan, karışmadan o köşelerde sessizce dans etmeye devam ediyor bir bütün olurcasına. Güneş doğmuyor o gecenin sonunda da. Yarım kaldığımız, göremediğimiz, duyamadığımız onlarca şey duruyor yerinde. Her şey eskisi gibi yine uyandığımızda. Ancak her biri dua ediyor ısınabilmek için bilmediği tanrılara ve bu umut gündüzlerce yetiyor.