Anksiyete

Deneyimlerle anksiyete.

Anksiyete, toplum arasında kaygı bozukluğu olarak da bilinen bir psikolojik rahatsızlıktır. Panik atak, uyku problemleri ve kaygı dolu davranışlar, bu bozukluğun sık görülen belirtilerinden bazılarıdır. Tıbbi olarak anksiyete en kısa haliyle böyle tanımlanıyor fakat bu bozukluğun herkes için tanımı farklı olabilir. Kaç sene olduğundan bile emin olmadığın bir süre boyunca tedavi görsen de iyileştirilemeyen bozukluk. Kalpte bazı günler sanki ertesi günü çok önemli bir sınav heyecanı yaşıyormuşsun gibi geçmeyen çarpıntı. Güzel giden şeylerin tadını çıkaramamana sebep olan bozukluk. Kişisel tanımlarımdan birkaç tanesi. Anksiyete en yaygın bozukluktur ve verilere göre dünya üzerinde %4’lük bir kısım bu hastalığa sahiptir. Anksiyete kendi içerisinde türlere ayrılır. Bunlardan en bilinenleri genel kaygı bozukluğu, panik bozukluk ve sosyal bozukluktur. Anksiyeteyi en zorlu kılan şeylerden biri fiziksel olarak da size hissettirdikleridir. Çok düşünmenin, kaygılanmanın yanı sıra yaşanan fiziksel belirtiler en zorudur. Tüm vücudun titremesi ve sonrasında kaskatı kesilmesi, ellerde karıncalanma, bayılacakmış gibi hissetme, hiç geçmeyecekmiş gibi gelen kalp çarpıntısı en yaygın belirtilerdendir. Bütün bunlar olurken kendini sakinleştirmeye çalışırken atakların daha da şiddetlenmesi de oldukça zor bir durumdur. 

Gündelik yaşamı direkt olarak etkiler. Hayatta kendini en güvende hissettiğin yer bazen yoktur. Eğer varsa oradan çıkmak dünyanın en zor şeyidir. Konfor alanın senin için her şeydir. Hiç düşünmeden bir şeylere atılamazsın, her şeyiyle enine boyuna düşünüp değerlendirmek zorunda ve en ufak ayrıntıları bile düşünüp onlar için de kaygılanmaya başlarsın. Bir hafta sonra planlanmış bir etkinlik için o bir hafta düşünür her ihtimali değerlendirirsin. Bazen bir şeyin olmasını çok istersin canla başla uğraşırsın. Çok istediğin o şey olduğundaysa kaçmak için yollar, bahaneler ararsın. 

Anksiyete gerçekten içinde bulunmayan biri için anlayabilmesi çok zor bir durumdur ve maalesef günümüzde sosyal medya dolayısıyla bu hastalığın dillerden düşmediğini biliyoruz. Sosyal medyanın yanı sıra gerçek hayatta da örneğin bir kişinin çekingen gelen davranışları sonucu direkt olarak alaycı tavırlarla “Anksiyeten mi var?” diye sorulması da yaygın bir durum haline geldi. Sosyal medyada, ilişkilerimizde, okulda, iş yerinde yer mekan veya kişiler fark etmeksizin “Anksiyete” kelimesini sürekli duymaya başladık. Bu algılar insanları gerçeklikten koparıyor. Bu algılar ve kullanımlar anksiyete başta olmak üzere diğer bozuklukları da anlayabilmeyi zorlaştırıyor ve basitleştiriyor. Artık bu hastalıkların dalga unsuru olmasıyla beraber insanlar iyice empati duygularından yoksun olmaya başladılar.Anlaşılması gereken gerçekten bu hastalıklarla savaşan insanların basitleştirilebilecek durumda olmadığıdır. Gündelik yaşamda yaşanan her şeyin, en basit örneğiyle bir utanma duygusunun, kişinin kaygı duyduğu en ufak bir şeyin direkt olarak anksiyeteye bağlanması ya da yaşanan olumsuz bir durumun ardından kişinin mutsuz ruh halinin direkt olarak “Depresyon” ile ilişkilendirilmesi bu hastalıkların ciddiyetini azaltıp yaşanabilecek farkındalıkların önüne geçmektedir. Kullanımının yaygın olduğu kadar anksiyete bozukluğuna sahip kişilerin de ne kadar yaygın olduğunu bilmemizde fayda var.